Dikili Şenlikleri’nin son günü, “Barış ve Demokrasi" konulu açıkoturumu Reha İsvan yönetti. Erbil Tuşalp. Güney Dinç, Kemal Anadol, Sadun Aren konuşmacıydılar. Konuşmacıların tümünün söyledikleri ilginçti. Prof. Sadun Aren 141-142 ile eş tutulan 163’e de değindi. Aren'in konuşması çok kişiye çarpıcı gelmişti. Aren, özetle şöyle diyordu:
“Demokrasi, her şey gibi bütün kavramlar gibi neyi vurgulamak istiyorsanız, o bakımdan tanımlanabilir. Çünkü her olayın çok çeşitli yönleri vardır. Örneğin demokrasiye ‘halkın halk için...’ filan 'yönetimi' denir. ‘İktidarın seçimlerle el değiştirmesidir' denir. Bu tanımların hepsi doğrudur, fakat maksadınıza uygun olabilir veya olmayabilir. Ben daha özüne gidecek bir tanımlama yapmak istiyorum, başka bir yanını vurgulamak istiyorum: Demokrasi demek, insanların uğradıkları toplumsal haksızlıklara karşı- barışçı yollardan mücadele ederek, bu haksızlıkları düzeltebilmek özgürlüğüne sahip olmak demektir. Bunun için dört yılda bir seçim yapılması gerekir, oylamanın şu şekilde olması gerekir, şu kuralların olması gerekir vs... Bunu böyle başka yönleriyle destekleyebilirsiniz. Fakat demokratik rejim hak aramadır. Ama tabii alacağını tahsil etme hakkı değil. Çünkü bu türlü haklar mahkemelerde de aranabilir. Toplumsal haksızlıklara karşı mücadele etmek, burada uğranılan haksızlıkları düzeltebilmek için mücadele etme özgürlüğü... Demokrasi bu. Bu haklar nasıl haklardır, yineliyorum; toplumsal haklardır. Arkadaşlar, haksızlık olmadan, hak diye bir şey olmaz. Haksızlık olduğu için hak diye bir şey vardır. Haksızlık ortadan kalkarsa, hak gerekmez. Öyle bir toplumda da demokrasiye filan gerek de yoktur. O, işte bildiğimiz çok ileri bir toplum düzenidir. Orada ne hak aranır, ne bir şey yapılır. Çünkü haksızlık yoktur, demokrasi gerekmez. Çünkü kimse haksızlığa uğramaz vs.
Söz konusu haksızlıklar, düzenin haksızlık saymadığı, onun için yasalarla düzeltmeyi göze almadığı, gerçekleştirmediği hususlardır. Örneğin ücretini alamamak, mahkemede alınabilecek bir haktır. Faka ücretini yükseltmek istemek, o toplumsal bir haktır. Düşük ücret, toplumsal bir haksızlıktır. Bununla mücadele etmek için mahkemeye gidemezsiniz, yani mahkemeye gidip, 'Bizim patron bana az ücret veriyor' diye dava açamazsınız. Vermez zaten. Eee, ne yapacaksınız? Pahalılık da var ortalıkta, işte mücadele edeceksiniz buna karşı...
İşte arkadaşlar, demokrasinin tanımıyla ilgili olarak şimdilik söyleyeceğim bu. Şimdi, demokrasiyi böyle tanımlarken. 163. maddenin, yani “şeriat devleti" kurma özgürlüğü bir haksızlığa, yani bu madde kaldırılırsa elde edilen özgürlük, böyle işe yarayan bir özgürlük değildir. Yani bir haksızlığı ortadan kaldıracak bir özgürlük değil. Ne özgürlüğü? “Şeriat devleti kurmak mücadelesi yapmak Özgürlüğü''. Şeriat devleti kurulmadığı zaman kim üzülüyor? Kim haksızlığa uğramış ki? 'Aman bu özgürlüğü verelim’ densin. Türkiye veya insanlık, bu özgürlüğün olduğu dönemleri gerisinde bırakmış. Bu, geri bir düşünce. Geri bir şey. Onun için ben, 163. maddenin, yani şeriat devleti kurulmasına özgürlük verilmesinden yana değilim. Reha Hanım arkadaşımızın temas ettiği mesele buydu, ben bundan yana değilim. Ama şöyle bir şey olabilir, ona bir şey demem; 141-142 ise insanların hak alabilme mücadelesinde engeldir. Siyasal parti kurmasında, işçi sınıfının düzeni değiştirip, toplumsal haksızlıklardan kurtulma özgürlüğünü engellemekledir. O bakımdan onlar (141-142) kalksın; bu da (163’te). Buna ben bir şey demem. Onu kaldırabilmek için bunu da kaldırmak şartsa, yani bir ittifak yapmak söz konusu ise diyelim Mecliste oylanacak, diyorlar ki 'Şu kadar varız biz, eğer bize siz razı olursanız, biz de size razı olacağız’ o zaman olur. O ayrı bir konu. 'Yani 141-142'nin kaldırılmasının koşulu ise onu kaldırmak için zorunluysa, bir ittifak, bir ödün olarak, 163’ün de kaldırılmasından yanayım. Şunları karşılık!' görmüyorum: Bazı şeyleri arkadaşlar öyle görüyorlar, örneğin grev, 'Madem grev hakkı veriyoruz, lokavt hakkı da verelim!’ öyle şey olmaz. Birisi, insanların yaşaması için gerekli. Öbürü öldürmek için gerekli, aç bırakmak için, egemenliğini pekiştirmek için. 'Eee, madem ki o çalışmamak hakkım haiz, bu da çalıştırmamak hakkını haizi’ olmaz. Onun için lokavta karşıyım, ama grevden yanayım. 163'ü çok gerici bir düzenin savunulması olarak gördüğüm için karşıyım. Ben hiçbir zaman gerici bir düşüncenin özgürlüğü için savaşmam. Çünkü önemli bir şey savaşmak. Bir hak için savaşılır. Yani demokrasinin bir işlevi vardır. O işlev, hak arama işlevidir. Bu işlevi olmayan haklar beni ilgilendirmez. Bunu da böyle düşünüyorum. Şimdi barışa gelince: konumuza gelelim, savaş olmaması demek değildir yalnızca, bunu anlamamak gerekir, eksik olur. Savaş tehdidinin de olmadığı hal olarak anlaşılmalıdır. Yâni silahlanma da olmamalıdır. Demin Reha arkadaşımız söylediler, yani savaşın çok önemli kötülükleri, silahlanma aşamasında da gerçekleşmektedir. Savaş olmasa bile silahlandıkça biz, işte çocuklara süt veremez hale geliyoruz, okul yapamaz hale geliyoruz vs. Yani maddi olarak da yıkım oluyor, tabii savaş hazırlığı, soğuk savaş. Psikolojik etkileri de devam ediyor. Bir, adam öldürmek eksik oluyor yani. O bakımdan banş dediğimiz zaman, silahlanmanın da önlendiği, savaş tehdidinin tümüyle ortadan kalktığı bir durumu düşünmemiz gerekiyor. Bu iki şey arasında paralellik de kurulabilir. Yurtiçinde demokrasi demek, dünyada barış demektir. Yurtiçinde faşizm, paralellik kurarsak, dünyada savaş demektir. Yani böyle bir benzerlikleri vardır Savaşlar, sömürü için yapılır, kimse keyif içirt savaş yapmaz. Sömürmek için yapar savaşı.
Eğer ülkeler demokratikleşirlerse, demokrasiyle barış arasındaki bağlantı bu noktadadır, ülke içinde faşizm varsa dünyada da savaş var demektir. Çünkü kendi halkım sömürdükten sonra başka halkları da sömürmek ister, savaş açar. Faşizm veya kapitalist sömürü, emperyalist sömürü filan. Bunun için dünyada savaşı gerçekten ortadan kaldıracak, özelikle savaş tehdidini de ortadan kaldırabilir. Çünkü dehşet dengesiyle fiilen savaşı önleyebilirsiniz."
-Prof. Sadun Aren’in konuşmasının arkası 2 ağustos günlü “Ankara Notları”nda.
30 Temmuz 1988, Cumhuriyet