Bir Açıklama Üzerine...

CUMHURİYET okuru Sayın Alaattin Türker’in hac yolunda çektiği sıkıntıları anlatan mektubu Cumhuriyet’in 6 Aralık günlü sayısında “Ankara Notları”nda yayımlanmıştı. Diyanet İşleri Başkanı Sayın Tayyar Altıkulaç, telefon ederek bu konuda bir açıklaması olacağını bildirdi. Yayımlayıp yayımlayamayacağımı sordu.
— Elbette! Karşılığını verdim. Ancak, yazının sizi ilgilendiren bir yanı varsa, oralara yanıt verebilirsiniz. Bir de, yazınızda okurumuzu küçük düşürücü herhangi bir tümce bulunmaması gerekir...
— Tabii efendim merak etmeyin. Hazırlatıp gönderiyorum... dedi.
Bir zarf içinde açıklamayı gönderdi. Açıklamada, okurumuzun soyadı Türkler diye yazılmış, bu Türker olacaktı. Okurun adı geçtikte düzelttim. Açıklama şöyle:
“Sayın Mustafa Ekmekçi,
Cumhuriyet Gazetesi Yazarı,
6.12.1982 tarihli Cumhuriyet’te Ankara Notları sütünunda yayınladığın” Alaattin Türker’e ait mektup üzerine bazı hususların açıklanmasında yarar görülmüştür.
1— Hac günlerinde olağanüstü bir kalabalığa sahne olan Ödde Havaalanında herkes gibi bizim hacılarımız da gümrük ve pasaport işlemleri için 3 ile 6 saat arasında değişen bir süre bekletilmektedir. Bu süreyi kısaltmak bizim gücümüzün dışındadır. Bu yerde “Sürünen” kimse de yoktur.
2— Suudi makamları aylarca önce, konserve de olsa hacılarla birlikte ülkelerine gıda maddesi sokmayacaklarını ilan etmişler ve bu durum bütün bacı adaylarımıza sevahatları önce duyurulmuştur. Bu durumda, gümrükte yiyeceği elinden alınanlara bizim sahip çıkmamız mümkün değildir.
3— Hava hacılarımızı Cidde Medine Mekke arasında taşıyan otobüsler, bütün dünya hacılarını taşıyan araçlardır. Yüksek ücret ödenen (172,5 S.A.R. Yaklaşık 10.000 TL.) bu araçlar gerçekten rahat araçlar değildir. Ancak hacılar için bunlara binmekten başka seçenek de yoktur. (Çok para ödeyerek ve grubundan ayrılarak lüks vasıtalara binenler hariç)
4— Hacıların Arafat’a çıkışlarından bir gün önce şiddetli bir fırtına meydana gelmiş, onbinlerce çadır yerle bir olmuştur. Bizim de 4 bin çadırımız yıkılmıştır. Olağanüstü gayretlerle 24 saat içinde bu çadırların yüzde 90’dan çoğunun yeniden kurdurulması sağlanmış, ancak Arafat’a en son çıkan kafilemiz, çadırlarını kendileri kurmak zorunda kalmıştır. Bu felaketten bütün dünya hacıları etkilenmiş, yüzbinlerce insan, çadırının kurulmasına yardımcı olmuştur.
5— Mina’nın çok ağır şartlarını takdir edemeyen hacı çok azdır. Alaattin Türker’in bunlardan biri olduğu anlaşılmaktadır.
6— Herhalde en ucuz hac, A. Türker’in yaptığı hactır. Ortada fahiş bulunan rakam varsa, bunlar Suudi resmi makamlarına, evlere ve çadırlara —hem de taban fiyat üzerinden— yapılan ödemelerdir
7— Hacılarımızın kaldıkları evler, Mekke ve Medine standartlarına göre vasatın üzerindedir. Yüzbinlerce dünya hacısı gibi hesapta garajlarda ve kaldıranlarda gecelemek de vardır. Ama hiçbir Türk hacısı sokakta bırakılmamıştır.
8— Verilen 1000.— S.A.R. az ise, bu, devletimizin döviz imkanlarına bağlı bir konudur.
9— Her hacı zahmet ve sıkıntı çeker. Gelecek yıllarda da bu sıkıntılar yaşanacak, ancak azaltılmaya çalışılacaktır.
Saygılarımızla efendim.”
Diyanet İşleri Başkanı, Cumhuriyet okurunun mektubunun bazı bölümlerine değiniyor. Değindiği yerlerde de doğruluyor gibime geldi. O zaman, Başkan’ın açıklaması, eskilerin deyimiyle “Kavl-i mücerrette” yani sözde kalmıyor mu?
Hacca gidenler, dönenler bizim insanlarımızdır. Ne kadarı ölmüş, ne kadarı sağ dönmüş? Bunları araştırmak da, sıkıntı çekenlerin sıkıntılarını yansıtmak da, basta gelen görevimiz.
Bu yıl hacca, otuz sekiz bin yurttaş gitti. Alaattin Türker, 6 Aralık'ta çıkan mektubuyla içtenlikle bunların dili olmak istemiş. Altıkulaç da, bu yıl hacca gidip döndü davları doğruladığına göre çekilen sıkıntıları yakından görmüş. Her yıl gittiğine göre, her yıl bu sıkıntıları çekiyordur.
“Herhalde en ucuz hac, A. Türker’in yaptığı haçtır” sözü düşündürdü. Belleğimi, yirmi yıl öncesine götürdü. 1960 devriminden sonra, Hazine Genel Müdürlüğünde hac konusunda bir toplantı yapılmıştı. Ülkenin döviz olanakları sınırlıydı. Ne yapmalı? diye tartışılıyordu. O zaman toplantıya katılan değerli bir din adamı şöyle dedi:
— Bu benim toplantımdır, ben konuşacağım! Bu memleketin 67 ili vardır: Onar kişiden 670 kişi eder. Buna, büyük illerden 230 kişi daha ekleriz, eder bin kişi. Türkiye’den hacca gidebilecekler bin kişidir bu yıl!
— Aman hoca, dediler dinleyenler sen de işi iyice sıkıya aldın. Olmaz!
Din adamı, konuşmasını sürdürüyordu:
— Hac, yoksulların değil, varlıklıların işidir. Yılda devlete en az onbin lira (o zaman iyi paraydı) vergi verebilen hacca gitmelidir.
O, Diyanet İşlerinde yüksek görevlerde çalışmış, artık köşesine çekilmiş, emekli olmuştu... Yıllarca, hac konusunda yazdı, çizdi. Kimseye derdini dinletemedi. Bir gün şöyle dedi:
— Sen gazetecisin, hacca gidenleri bir incele bakalım. Ne kadarı varlıklı? Varlıklılar yüzde beşi geçmez. Kimi, ya Almanya’daki oğlundan para istemiş, onunla gidiyor; ya da emekli olmuş, karı-koca emekli ikramiyesi ile gidiyorlar. Adamın bir başka geliri yok: Evi yok, damı yok. Onu da hacca verdi mi aç kalır insan... Değerli din adamı bunları söylüyordu.