Besicilik mi? Güldürmeyin!

1989 yılı sonlarına doğru, Aydın’ın Çakırbeyli köyün­deki çiftliklerden birine, Aydın Tarım İl Müdürü Musa Demirci ile, yanında bir dolu uzman gelirler.

İl müdürü Musa Demirci ile yanındakiler, bakanlığın İtalya'dan süt verimi yüksek kültür ırkı inek getireceği­ni, bu ineklerin ilk doğumda en az 35 kg. süt verme ye­teneğinde olduğunu, ikinci, üçüncü doğumdan sonra bu oranın 60 kg'a çıkacağını, faiz oranlarının ise çok düşük tutulacağını belirtirler.

Bu projeden s izlen de yararlandırmak istiyoruz. Hem Türk hayvancılığı hem de memleket ekonomisi için çok hayırlı olan bu işe katılın, destek verin deyin­ce çiftçiler; kendilerine Tarım Bakanlığı’nın daha önce, gerek Amerika'dan, gerekse Almanya dan getirdiği hastalıklı, verimsiz hayvanlar yüzünden evlerim, tarla­larını, traktörlerim kaybeden, bunun sonunda kendini asan insanların durumlarını anımsatarak, bu projeye katılamayacaklarım söylerler. Onlar da: "İşte esas ama­cımız bu yanlış ithalatın kotu izlenimlerim silmek, ülke ve bölge hayvancılığına katkıda bulunmaktır ''diyerek hayvanları kendilerinin gördüklerini, namus ve şerefle­ri üzerine ant içerek, bu projenin öbürlerinden çok ay­rı olacağım anlatırlar. Öbürlerinde, ithalatı firmalar ger­çekleştirirken bunda ise başlangıçtan sonuna değin her şeyin devlet denetiminde olacağını, hayvanlara vete­riner hizmetlerinin kesintisiz uygulanacağım, bunun ya­nında on adet gebe düve alan herkese, bir de sut sa­ğım makinesinin verileceğini söyleyince, çiftçiler ina­nırlar. Öyle ya, ne de olsa, gelen devlettir Bir dilekçe yazarak, alt sınırı on olan düvelerden on kadarının ve­rilmesini isterler

Çiftçiler. 1990 yılının Mayıs ayında inekleri beklerken 1990'ın Ocak ayı başında 12 inek, bir gece yarısı çiftliğe bırakılıp gidilir. Sayının neden çok olduğu soruldu­ğunda:

Bu verimli ineklerden ne kadar fazla alırsan o ka­dar senin yararına' yanıtı verilir. Gecenin yarısı olduğu için de bir şey diyemezler.

Sabah olunca, gördükleri karşısında şaşkına döner­ler. İneklerin her yanı yara Dere içinde, sayrıdırlar Be­reket yem gelenleri, kendi kültür ırkı ineklerinden ayrı yere koymuşlardır. Durumu, bakanlık yetkililerine bildi­rirler.

Hayvanlar çok uzun yoldan geldiği için stresten böyle olmalarının doğal olduğu, yanıtını alırlar. Ancak, incelettikleri kendi veterinerleri, hayvanların ileri dere­cede şap sayrılığı (hastalığı) düzeyinde olduğunu söy­lerler. Günlerce bir bakanlık yetkilisine ulaşamazlar. Hayvanları iyileştirmek için uğraşır dururlar.

Hayvanlar, gösterilen bakım, özen sonucunda iyileş­meye başlamışlardır: nasıl iyileşmesinler ki, turistik plaj­larda bile bulunmayan kumla doldurulmuş kum yatak­larında yatıyor, şampuanlarla yıkanıyor, doyabildiklerince ot, yonca, yoğun yemle besleniyorlar. Kendilerine gelmelerine karşı kilo almıyorlar.

Artık Tarım Bakanlığı yetkilileri de ortaya çıkmaya başlamıştır. Yanlarında getirdikleri sözde İtalyan uz­manlarla birlikte ahırda bulunan, her biri ortalama 35 l kg sut veren kültür ineklerim kesmeleri için baskı ya­parlar. Gösterilen gerekçe de İtalya’dan getirilen inek­lerin daha çok sut vereceğidir!

İnekler buzağılamaya (doğurmaya) başlayınca, son yetenekleri de ortaya çıkar. En az 35 kg süt vermesi beklenen inekler, bir ya da bir buçuk kg sütü ancak verebilmekteler. Dağlarda yetişen keçiler bile bunlar­dan üç dört kat fazla süt verebiliyor oysa. Sözde İtalyan uzmanlar:

Siz inek bakmasını bilmiyorsunuz diye açıklarlar bu­nu.

Peki, o zaman ahırımızda kendi yetiştirdiğimiz obur kültür ırkı ineklerden aldığımız 35-45 kg sütü nasıl açıklayacaksınız9

Bu soru karşısında İtalyanlar, kıpkırmızı kesilmekten başka şey yapamazlar Şaşkınlıklarından, ahırdaki yon­cadan, kepeklerden örnekler alarak oyalama yollarına giderler. Bakanlık ileri gelenleri, yalan da söylemekte, şöyle diyebilmekteydiler:

Yaptığımız denetimlerde ahırda yonca, saman, ota rastlamadığımız gibi, yem de yoktu!

Peki, ahırda bunlar yoksa, o kültür ırkı inekler nasıl besleniyorlardı? 35-45 kg sütü nasıl veriyorlardı? Bir üretici şöyle diyordu:

Ortalıkta dolaşan bu kuş beyinlileri görünce, hay­vancılığımızın geleceğini oldukça karanlık görüyorum.

Aydın ilindeki olaylar basına yansıyınca bakanlık yetkilileri yanlışlarını düzelteceklerine, gözdağı verme yoluna gitmeye başlamışlardı Haksız yere, çiftçileri ic­raya vermekle korkutuyorlardı.

Oysa gerçek ortadaydı. Hayvanlar geldiğinde, vete­rinerin koyduğu şap sayrısı tanısı (teşhisi) iyice gerçe­ği ortaya çıkarıyordu. İleri derecede şap sayrılığına tu­tulan hayvanın süt kanalları tıkandığı için sut verimleri ya tümüyle kesiliyor ya da azalıyordu. Meğer, şaplı inekler, İtalya'dan yasalara aykırı biçimde sayrı olarak, getirilmiş, önce İzmir'e, oradan Manisa'ya. Beydere Çiftliğine götürülerek, iyileştirilmek istenmiş, sayrılıklar artınca,

Üreticileri elinde ölsün! diyerek, Aydına getirilip da­ğıtılmış.

Olaylar daha uzun, bunların bir bölümünü ben, eski MSP'li, yazar Ergün Poyraz’ın, "Refah’ın Gerçek Yüzü-1” adlı yapıtından aldım. Okuyun, daha neler var. Yerim kalmadığı için kısa kesiyorum: 148, Ağrı'da, “bu yıl hayvancılıkta, besicilikte altın yıl olacağını, hayvan dış­satımı yapılacağım" söyledi. Ankara'daki domuz çiftliğini, 148 mi kapattırmıştı? Bu bir din sömürüsüydü. Başbakanlık Konutu’nda verdiği iftar da din sömürüsüdür. Politikacı iftar veremez, yemek verir, bunların he­sabı sorulur bir gün.

Aydın’ın eski il tarım müdürü Musa Demirci ise şim­di Tarım Bakanı! Buyurun, burdan yakın!