Bugün 23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı'ndan söz edecektim yine ya, önce Muzaffer Hacıhasanoğlu'yla ilgili bir mektubu aktarmak istedim. Mektubu Avukat Şakir Altay yollamış. Şöyle diyor:
"Sayın Mustafa Ekmekçi,
Yazar Mehmet Bayrak'ın önerisi üzerine size yazıyorum. Hemen söyleyeyim, Cumhuriyet okurum, ta... Peyami Safa’nın yazdığı günden beri.
Rahat, süsten uzak, olabildiğince doğal ve özgür anlatımınız inanın bizi etkiliyor; zevkle okuyoruz evde sizi.
Cumhuriyette dayımın oğlu Dr. Muzaffer Hacıhasanoğlu hakkında iki yazı çıktı, sevindik.
Çocukluk ve gençliğimiz bir arada geçti denebilir.
Rahmetlinin üzerinde titizlikle durduğu bir özelliği vardı. Yazar arkadaşları bunu bilmezlerdi. O nedenle de değinen olmadı. Size açıklıyorum.
Tıp fakültesinde öğrenci iken babası kendisine benim yanımda:
Aman oğlum, demişti, doktor olduğun zaman öğretmenler muayene ve tedavi için gelirlerse ya da seni hastalık nedeniyle gece gündüz evlerine çağlarlarsa koş git ve onlardan sakın vizite ücreti alma; öğretmen doktora başvurursa gerçekten hastadır, cebindeki son kuruşu verecektir. Doktorlara ilaç şirketleri örnek ilaç verirler. O ilaçları da kendilerine ver.
Babasının yaptığı bu vasiyeti yaşam boyu titizlikle yerine getirdi. En yakın dostları her gittiği yerde öğretmenler oldu.
Bırakın öğretmen olmayı… Merhabası olan birinden ücret alması söz konusu değildi. Babası rahmetli dayım da ilkokul baş öğretmeniydi.
Bu anlattıklarımı uygun göreceğiniz biçimde köşenizde açıklamakta sakınca yoksa, önce onu seven öğretmenleri sevindirmiş ve de öğretmen çocuğu olan sayın doktorlara da belki bir uyarı mesajı yollamış olursunuz.
Memurlar içinde en saygıdeğer kişilerin cefakeş öğretmenler olduğunu siz benden iyi bilirsiniz...
İzin verirseniz şunu da anlatayım: İç hastalıkları uzmanıydı. İlaç ve hastalıkla ilgili yerli, yabancı (Fransızca) gelen yazıları tek tek okur, çoğu doktorun yaptığı gibi -hele kimi profesörlerin- piyasadan kalkalı yıllar olmuş, fabrikası kapanmış ilaçları reçetesine yazmazdı.
Gösterişten uzak, alçakgönüllü, bu doğal yapısına uygun boyda, acımayı bilen insandı. Teşhisinde hiç yanılmazdı; nedenini anlayamadığı hastalık için bilir görünmeye asla yeltenmezdi: gerçekten ‘hekim’di.
Sizi anlatımlarımla sıktımsa özür dilerim. Vaktinizin az, işinizin çok ve çetin olduğunu biliyorum.
Sağlıklı yaşam ve başarınızın devamını dilerim. İçten saygılar sunarım efendim."
Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı, öğretmensiz düşünülemez. Muzaffer Hacıhasanoğlu’na ilişkin mektubu, biraz gecikerek de olsa, bunun için yayımladım. Öğretmen dostu Ceyhun Atuf Kansu'yu anımsadım. Daha niceleri vardır. Topluma emek verenler belleklerden çıkmamalı.
23 Nisan dolayısıyla, Ulus'ta, daha başka yerlerde. Atatürk'ün sözleri, özdeyişleri yazılmıştı. Bunlardan biri, Bursa Söylevi’nin ilk tümcesiydi: "Türk genci rejimin ve inkılapların sahibi ve bekçisidir..." Bir zamanlar, "Bursa Nutku diye bir şey yok" derlerdi de şaşardım.
Meclis Başkanı Necmettin Karaduman'ın, Meclis Onur Salonu'nda verdiği kokteyl çok kalabalıktı. Gazeteciler, Cumhurbaşkanı Evren’in çevresindeydiler.
Hürriyet'ten Esen Ünür, Cumhurbaşkanı Evren'e, mesajında geçen “ulusal’ sözcüğü ile ilgili bir soru yöneltti. Evren, şöyle konuştu:
Ulusal kelimesi dilimize yerleşmiş, Ankara’da 'Ulus Meydanı' var. Buraya da ‘Millet Meydanı’ mı diyeceksiniz? Gerektiği zaman 'ulus’u, gerektiği zaman ‘millet’i kullanırım. Bazı kelimeler vardır ki, dilimize yerleşmiştir. Kaldırıp atamazsınız. Her iki kelime de kullanılabilir. Bu, dilin zenginliğidir. Şunu kullan, bunu kullanma olmaz. 'Hürriyet Meydanı' dendi, ama hâli herkes 'Beyazıt Meydanı' diyor...
Evrenin bu sözleri, özellikle "ulusal" sözcüğünü yasaklayan TRT’ye bir ders olur mu ne bileyim?
Cumhurbaşkanı Evren’in elinde rakı kadehi vardı. Turgut Bey:
Bu ikinci, dedi. Her zaman bir kadeh içer. Bugün ikinciyi içti.
“Öğretmen evleri”yle, lokallerinde her çeşit içki yasak. Bunu anlamakta güçlük çekiyorum doğrusu.
Söyleşi koyulaşıyordu. Evren, uzun boylu Günaydın muhabiri Orhan Uğuroğlu'na:
ANAP Kongresinde dövülen gazeteci sendin değil mi? diye sordu.
Hayır Paşam, arkadaşım Dursun'du...
Fotoğraftaki şendin ama..
Evet bendim efendim. Yere düşen Dursun'du.
Turgut Bey, Orhan'ı göstererek:
O dayak yemez, o komando! dedi. Dursun burada mı? Dursun'u çağırın.
Az sonra, Dursun Gündoğdu geldi. Evren foto muhabiri Dursun Gündoğdu’ya:
Böyle yanlışlıklar olur, dedi.. Turgut Bey:
Fazla bir şeyin yok... diye ekledi.
İlk gün çok kötüydü efendim, ağzımın içi kan doluydu! dedi Dursun.
Az sonra, Necdet Calp gelip söyleşiye katıldı. Konu gene kongrelerde olanlardı. Calp, HP kongrelerinde olanlardan yakındı...
Neredeyse adamı kolundan tutup atacaklar! dedi. Turgut Bey ona:
Siz bürokrasiden geldiğiniz için alışkın değilsiniz, ondan... diye takıldı. Turgut Bey de bürokrasiden gelmişti oysa...
Turgut Bey'in rahat bir hali vardı. Yanıbaşımdaydı.
Gazeteciler atladılar! dedi...
Neyi atladılar? diye sordum...
Necdet Calp'in sözlerini atladılar.
Ne demişti Necdet Bey?
Hepimizi kovacaklar dedi, onu atladılar!..
Belleğime bir daha yazdım!
27 Nisan 1985, Cumhuriyet