Belirtiler...

Ucuzluk bitti, bitiyor. Bir şeycikler almadım. Pek alanı da görmedim. Düşünüyorum kendi kendime: — Bugün yaş günüm! Ne yapsam?

Hiiiç.. Gerçekte bugün doğup doğmadığımı da kesin bilmiyorum. Nüfus cüzdanımda ay, gün yazılı ama, bakalım doğru mu? Nüfusa iki yaş büyüğüm olan ablamla ikiz yazılmışız. Doğum günlerimiz de aynı. Belli, var bir yanlışlık..

Siyasal Bilgiler Fakültesini, Gazi Eğitim Enstitüsü’nü bitirmiş gençler, işportacılık yaparak ekmek paralarını kazanmaya çalışıyorlar. Kızılay'dan Bakanlıklara sıra sıra dizilmiş, Milli Piyango bileti satan gençlere öğrenimlerini soruyorum. Çoğu, liseyi bitirip üniversite sınavını kazanamayıp, açıkta kalmış. Gençler bağrışıyorlar: — Naylon çocuk donları var, vatandaş buraya gel.. Az sonra, bir ıslık çınlatıyor ana caddeyi. İçi çocuk donları dolu çantayı kapan, uzaklaşıyor oradan. Belli. Belediye Zabıtası geliyor..

— Ne yapabiliriz bu gençlere? Onları yaşama, toplum yaşamına nasıl alıştırabiliriz, sevdirebiliriz?

— Sen dur bakalım, daha. Sen daha çocuksun. Hele büyü. Ekmeğini kazan ondan sonra konuş! diyebilir miyiz ekmeğini işportacılıkla kazanan gençlere... Anlatabilir miyiz onlara:

— Kemerlerini sık kardeşim. Bu enflasyon hızını düşürmenin başka yolu yok, diyebilir miyiz?

— Ben zaten kemerlerimi sıkmışım. Siz, küçücük çocuklarını Londra’larda, Paris’lerde okutanlara bakın! diye karşılık verirse, ne yapacağız?

Nasrettin Hoca fıkrasını anlattı ekonomist arkadaşım. Şöyle:

Nasrettin Hoca, bir türlü orucu tam tutamıyormuş. Yiyormuş.. demişler ki:

— Hoca, üç - dört gün sık dişini tut orucunu. Ondan sonra alışırsın oruca.. Hoca karşılık vermiş:

— Oruç yemeye daha kolay alışılıyor! Onun gibi, demokrasiye, özgürlüklere alışmış olanlar, onlardan kolay vazgeçemiyorlar...

Yüzyıllar boyu, savaşımı verilmiş, insan haklarının teline dokunulmaması gerekir. İnanır mısınız, ağırıma gidiyor yurt dışından gelen yabancı parlamenterlerin, Türkiye’de gözaltındaki sanıklara eziyet edilip edilmediği yolunda demeçler vermeleri..

Biz, bir şeyi yapamaz mıyız? Örneğin, yöneticiler çıkıp televizyona:

— Kim, insan haklarına aykırı davranırsa, en ağır biçimde cezalandırılacaktır.. diyebilirler.

Evet, buna benzer sözler söylenmekte, demeçler verilmekte ama, usuma gelen, bu kesinliği özellikle vurgulamak olmalı..

Bu, kimseyi küçültmeyecek, aksine onurlandıracaktır..

Birleşmiş Milletlerce kabul edilmiş, «İnsan Hakları Bildirgesi» nin beşinci maddesini sık sık okuyorum:

«Hiç kimse işkenceye, zalimane, gayriinsani, haysiyet kırıcı cezalara veya muamelelere tabi tutulamaz.» Bu madde, 1961 Anayasasına şöyle girmiştir: «... kimseye eziyet ve işkence yapılamaz. İnsan haysiyetiyle bağdaşmayan ceza konulamaz.» (Madde 14)

Şunu söyleyeyim: Bu yönetimin, işkence savları üzerine titizlikle gittiğini, açılan soruşturmalardan görüyor, öğreniyoruz. Ama, bu konuda daha etkin önlemler alınması gerektiğini vurgulamak, basının başlıca görevi olmalı. Bunu da iğneyi kendimize batırmak için belirtmeliyim. Bugün, görevlerini yapmayan gazeteciler, yazarlar bir gün gelir, kınanırlar. O zaman gazetecilik, yazarlık yapamaz duruma gelirler...

Gazeteciler, yazarlar, çeşitli nedenlerle gözaltına alınmış, tutuklanmış arkadaşları, uğraşdaşlarıyla da ilgilenmek durumundadırlar. Emil Galip Sandalcı, İstanbul’da salıverildi. Nasıl sevindim..

İlhami Soysal, tutuklu. Yargılaması sürüyor. İlhami, «Madaralı Roman ödülü» Seçici Kurulu’ndaydı. Nisanın 10’una dek, çıkmış romanları okuyup oyunu bildirmesi gerekiyordu. Seçiciler Kurulu, Ankara Sıkıyönetim Komutanlığına başvurdu. İlhami Soysal’ın, içeride romanları okuyup değerlendirmesi için izin istedi. Ankara Sıkıyönetim Komutanlığı, güzel bir anlayışla isteği yerinde gördü. Kitaplar, İlhami'ye teslim edildi.. Buna da çok sevindim. Buracıkta belirtmek istedim.