Bazı Sorunlar...

Antalya dönüşünde, Side’lilerden telgraflar geldi. Telgraflarda şöyle denmekteydi özetle:
“Antalya Notları’nda biz Şide’lilerin haksızlığa uğradığını dile getirdiğiniz için teşekkür eder, saygılarımızı sunarız.”
Telgraflar İstanbul’a çekilmiş. Arkadaşlarım oradan yolladılar. Dinlenirken, bir gazetecilik görevi de yapmışım demek. Toplumun sorunlarına değinmek, sokaktaki, içerdeki, dışardaki insanın dertlerim dile getirmek, gazetecinin baş görevidir. “Antalya Notları”nın ikisini Antalya PTT’sinin teleksinden geçtim. Birini de Hürriyet gazetesinin Antalya bürosundaki teleksinden. PTT memurları, öğle yemeğine alıkoydular. Kuru fasulye, pilav, turşu vardı.
Antalya’dan ayrılacağım gün yağmur yağdı. Bu yağmur, havaların daha da ısınacağının belirtisiymiş;
— Artık yaz geldi sayılır! dedi arkadaşım.
27 Mayıs Devriminden sonra gittiğimde, Nuri Teoman Paşaya Vali ya Belediye Başkanıydı. Bu kez gittiğimde de, onu Belediye Başkanı olarak buldum. Ankara'ya dönüşte, “Antalya Notları”nı okuyanlar:
— Nuri Teoman Paşa, hâlâ orada mı? diye soruyorlardı. Nuri Teoman, yeniden 12 Eylül’den sonra atanmıştı.
Orada Pil Fabrikasının konukevinde kaldığımı anlatmıştım. İşçilere çıkan yemekler ne güzeldi. Biri çorba, bir meyve ya da tatlı dört kap yemek; işçiler onbeş dakikada silip süpürüyorlardı. On ikiyi çeyrek gece gittiğimde, birkaç işçi, kalmıyordu. Fabrika’da iki yüz kadar işçi, yetmiş memur vardı. Bir salonda, fakat ayrı bölmelerde yemek yiyorlardı. Bayan işçiler, memurlar ağırlıkta gibiydiler, işçiler, PET-KİM Sendikasına bağlıydılar. PET-KİM, DİSK’e bağlıydı. DİSK yöneticileri yargılanıyorlardı. DİSK’e bağlı sendikaların çalışmaları durdurulduğundan, sendika kayyımlarca yönetiliyordu.
★★★
Ankara’da biriken mektuplar arasında bir işçiyle, bir memurdan gelenler dikkatimi çekti. İşçi, adını adresini yazıyor. Yetkililer soruncaya değin adını saklı tutacağım. İstanbul’da Rami’de bir fabrikada çalışıyor. 10 şubat çarşamba günü SSK Dispanseri Gaziosmanpaşa Cildiye servisine viziteye çıkmış, işyerinden vizite kağıdını alınca şaşırıp kalmış, işe 22 eylül-1981 günü başladığı halde, vizite kağıdında işe başladığı tarih 2011/1981 olarak gösterilmiş. İki ay sigortasız çalıştırıldığını anlamış. Bir de çalışma saatleri primi kendisinden kesildiği halde, ödemediklerini görmüş. “Girdiğim tarihten aralık ayının sonuna kadar ay 30 da çekse, 31 de çekse 6900 lira ödeme yapıldı, ocak ayında 9000 lira, ödeme yapıldı” diyor. Çalışma saatleri ile aylık net eline geçen paralar da işçinin anlattığına göre şöyle:
“Eylül ayı, “Mesai” ile 9 saat, aldığım 5500 TL.
Ekim ayı “Mesai” ile 34 saat, aldığım 7950 TL,
Kasım ayı, “Mesai” ile 49 saat, aldığım 8700 Tl..
Aralık ayı, “Mesai” ile 46 saat, verilmedi, ocak ayına ertelendi. Maaş 6900 TL. verildi. Ocak ayı, mesai 77 saat, aralık ayı mesaisi ile birleştirildi.
Ocak ayı, mesai 77 saat, aralık ayı mesaisi ile birleştirildi, 123 saat, aldığım 13200 TL. Eylül ayı maaşına Kurban Bayramı ikramiyesini de ekleyip verdiler”“
İşçi sonra, vizite kağıdına yazılanları aktarıyor. Şöyle sürdürüyor.
İşten atılırız korkusuyla hak arayamıyoruz. Bir sendikaya üye olmayı düşünüyoruz, sendikal faaliyetler de durdu.”
★★★
Dikkat çekici bir mektup da Mut ilçesinde bir memurdan. O da adını adresini yazıyor. Özetle şöyle diyor:
Bu mektubu yazdığım tarihten yirmi-yirmi beş gün kadar önce, ayakkabımın altı delinmiş, ayağıma su girince farkına vardım. Neyse, ayakkabımı onartmak için tamirciye götürdüm:, “Bunların altlarını kaça değiştirirsin?” diye sordum. Usta bana:
— Sen herhalde memursun, senin için bin liraya olur dedi.
Ben hemen ayakkabılarımı alıp dışarı çıktım. Sayın ağabeyciğim, aklıma geçmiş bir gün geldi: 1962 yılı güz ayları olacak, babamla dayım bize 195 liraya bir öküz almışlardı. Evet evet aynı paraya, yanlış değilim. Köyde bazı komşular dedilerdi ki:
— Ah şu beş lirayı da kırdırsaydınız daha iyi olurdu.
Bir, 195 liraya alman öküzü, bir de 1982 yılında bin lira ayakkabı onarımını düşündüm. Ağabeyciğim, düşündüğüm şurası oluyor: Bizim aklımız pek “ekonomi”ye yetmez, ama 1962’de bildiğim kadarıyla orta dereceli bir memur 400 TL. maaş alıyordu. (Ben o zaman 12 yaşındaydım, amcamın oğlu öğretmendi).
— Ooooo, hoca 400 lira alıyormuş, bu para biter mi? derlerdi.
Şimdi buralarda, gördüğüm pazarlarda 1962’de hahamın aldığı öküz 35.000 40.000 TL. arasında satılıyor. Öyleyse —ekonomiye aklını yetmez dedim ama— şimdi orta dereceli bir memurun 70 bin lira alınası gerekmez mi? Ben altı yıllık, lise mezunu bir memurum, elime geçen maaşım 11.185 TL. 4.000 TL. ev kirası veriyorum.
Yeter! Anlaşıldı herhalde.”