Bayramlık Bayram...

Fransız taşlama yazarı Pierre Jean Béranger’in (1780-1857) "Tanrı Baba" şarkısını, ilk Ruhi Su'dan dinlemiştim. Ne güzel çalar, söylerdi Ruhi Usta. Soluğu kesilmiş dinleyicilerine:
Şimdi, Béranger’in "Tanrı Baba" şiirini okuyacağım, arkasından Kazak Abdal'ın "Eşeği saldım çayıra...” derdi.
"Tanrı Baba" şiiri konusunda Rahmi Saltuk, Ruhi Su’dan el almış gibidir. “Tanrı Baba"yı şimdi Rahmi söylüyor. Rahmi, 16 ağustosta Marmaris’te, 17 ağustosta Bodrum’da, 18 ağustosta Çeşme'de, bayram boyunca çalıp, söyleyecek. Bodrum'da izin verilmemiş, bakalım ne olacak? Geçen yıl, Marmaris'te, “Tanrı Baba"yı söylediğinde, soruşturma açıldı, bir süre gözaltında kaldı, Muğla Ağır Ceza Mahkemesi’ne verildi. Rahmi'nin bir yıl ile altı yıl arasında hapsi istendi. Fransız yazan Béranger’in şiiri bilirkişiye gitti. Nevzat Toroslu, Eralp özgenin de bulunduğu üç kişilik bilirkişi, şiirde suç unsuru görmedi. Savcı, şiirde bakanların küçük düşürüldüğünü ileri sürmüş, Türk Ceza Yasası’nın 159. maddesinden de dava açmıştı. Muğla Ağır Ceza Mahkemesi, Rahmi Saltuk'un aklanmasına karar verdi. Béranger de aklanmış oldu. Béranger’in “Tanrı Baba" şiiri şöyle:
“Tanrı Baba bir sabah uyanınca/Biz insanları düşündü nasılsa/Gitti pencereye, 'Kim bilir?’ dedi,/’Belki o gezegen yok oldu, gitti '/Ama baktı, uzakta, çok uzakta/Bir köşecikte, fır fır dönüyor dünya.
'Şeytan canımı alsın’ dedi Tanrı/Alsın vallahi çocuklar/Bir şey anlıyorsam,/Bu dünyalıların tutumlarından’
‘Ey, benim minnacık yaratıklarım/Ak ve kara, donuk ve yanıklarım'i’/ dedi Tanrı, en babacan haliyle.
'Sözde ben yönetiyormuşum sizi/Oysa görüyorsunuz,/Allaha çok şükür,/Benim de sürüyle bakanlarım var'
'Şeytan canımı alsın’dedi Tanrı,/Alsın vallahi,/Bu bakanları ikişer üçer/Atmazsam kapı dışarı.'
'Boşuna mı şarap verdim, kızlar verdim size/Güzel güzel yaşayasınız diye,/Nasıl olur da siz bana ‘Orduların Tanrısı’ dersiniz!/Ne yüzle adımı alıp dilinize./Top atarsınız birbirinize...'
'Şeytan canımı alsın' dedi Tanrı,/Alsın vallahi çocuklar/Bir tek orduya kumanda ettiysem bugüne dek/Şu süslü püslü zibidilerin/İşi ne yaldızlı tahtlar üstünde?/Nedir o kasılmaları, böbürlenmeleri?/Beslediğiniz bu karınca beyleri,/Sözde benden kutsal haklar almışlar/Benim inayetimle Kral olmuşlar.'
‘Şeytan canımı alsın’ dedi Tanrı/Alsın vallahi çocuklar/Sizleri böyle kötü yönetenler,/Geldiyse benden.
Bir de o kara bücürler var./Benden geçinen/Burnum illallah dedi tütsülerinden/Yaşamayı oruca çevirmiş bu softalar/Benim adıma lanet yağdırmaktalar./Verdikleri parlak vaazlara gelinceee,/Onlar benim için Arapça, İbranice./'Şeytan canımı alsın' dedi Tânrı/Alsın vallahi/Bir şey anlıyorsam bu heriflerin anlattıklarından...'
'Artık bana kızmayın çocuklar,/Sevişin, güle oynaya yaşayın,/Sizi yakar makarım diye de korkmayın,/Kralına da, yobazına da basın kalayı!’
Ama, keselim, Allaha ısmarladık/Jurnalcılar duyarsa yandık.
'Şeytan canımı alsın' dedi Tanrı/Alsın vallahi çocuklar/Bu yüzsüz herifleri/Sokarsam kapıdan içeri,/Kapıdan içeri, kapıdan içeri...'”.
* * *
2 Ağustos günlü Cumhuriyet'te, Hasan Esat Işık’ın “TBMM camisi üzerine" başlıklı güzel bir yazısı vardı. Kaçırdıysanız okuyun, Hasan Esat Işık, "TBMM alanında cami inşası hakkında konu, hem dinsel gelenekler hem devlet yapısı açısından dikkatle incelendikten sonra bir karar alınmalıdır" diyordu.
Hasan Esat Işık, Cumhurbaşkanlığı Danışma Konseyi üyesi Nejat Tümer’in kendisine anlattığı, Atatürk’le ilgili bir olayı da aktarıyor. Nejat Tümer, şöyle diyor:
“Yıl 1933 veya 34. Ben henüz ilkokul öğrencisi idim. Babam binbaşı rütbesiyle Deniz Harp Okulu Ders Nazırı idi. Atatürk bir motorla geldi, okul rıhtımına çıktı. Okulda bir cami inşaatı görünce, Neden burada cami var?' dedi. Heybeli'de başka cami olmadığı, halkın da bu camiye geldiği söylendi. Atatürk, 'Okulda cami olmaz. Heybeli'ye münasip bir yere güzel bir cami yapılsın, buradaki cami kaldırılsın' dedi. Yedi, sekiz ay gibi kısa bir sürede Heybeli'ye yeni ve modem bir cami yapıldı. Caminin içinde bir koridor vardı. Bu koridora ayakkabı ile girilebiliyordu ve baş koyacak yerler biraz yüksek yapılmıştı. Okuldaki cami binası da laboratuvar oldu".
Bu olayı biliyordum. Bir okurum mektubunda yazmıştı. Mektubu sakladım.
Şimdi anlatacağım olay, ilk kez yazılıyor; olayı yaşayan eski Meclis Başkanlarından Kâzım Özalp, Aysel Bayramoğlu'na anlatmış. Ondan dinledim. Atatürk bir gün. Meclis Başkanı Kâzım Özalp'i da yanına alarak, Topkapı Müzesi'ne gider. Müze o gün kapalı olduğundan, görevliler arattırılır. Görevliler, heyecanla gelirler. Mustafa Kemal, “Hırka-ı Şerif’ odasının açılmasını ister. Açılır. Peygamberin hırkasını çıkarttırır. Kâzım Özalp'a:
Giy bakalım! der. Kâzım Özalp giyer.
Boyu da fena değilmiş, der, öbürünü de kendi giyer. Çıkarırlar, oradan ayrılırlar.
Kâzım Özalp. Aysel Bayramoğlu'na, bu olayı anlattıktan sonra şöyle der:
Bak kızım, o gece sabaha dek uyuyamadım. "Atatürk bunu niye yaptı?" diye düşündüm. Sonunda yorumunu buldum. Atatürk, bununla, "Peygamber de, bizim gibi bir insandı" demek istemişti.
Atatürk’ün notlarında, Muhammed’in kişiliği, milliyetçiliği uzun uzun incelenir...
Atatürk'ün büyüklüğü, getirdiği laiklik ilkesinde doruğa ulaşır. Günümüzdeyse nelere tanık oluyoruz? Diyanet İşleri Başkanı, Diyanet Vakfı Başkanı olarak, yüksek yargı organlarının başkanlarını, milletvekillerini, parası vakıftan hacca çağırabiliyor, bunu reddedenler olduğu gibi, uyanlar da oluyor. Hacca gitme de, bir sömürü aracı olarak kullanılıyor mu?
Bir süre önce ölen, Din işleri Yüksek Kurulu eski başkalarından Hamdi Kasapoğlu, ölünceye dek, hacda kesilen kurbanların, Türkiye'de kesilip, yoksullara dağıtılması gerektiğini savundu. Bağnazlar, bu gerçek din bilginini dinlemediler. Şimdi, kurbanlar Mekke'de kuma gömülmeyecekmiş de, kavurma yapılıp yoksul Müslüman ülkelere yollanacakmış. Türkiye’deki yoksullar ne olacak?
Hamdi Kasapoğlu, 1968’de Din İşleri Yüksek Kurulu'ndan geçen bir yazısında bu konuda şöyle diyor:
"... Yalnız hacca niyet edenlerin kurbanlarını memleketlerinde kesmeleri caizdir. Hacı, kurban kesmekle kendini saran haset, garaz, kin, intikam ve benzerleri bütün küslükleri kesip atmış olur.
Mina’da kurbanların kesilmesi fakirlerin, yoksulların ihtiyaçlarını tatmin etmektir. Cenab-ı Hak, kelamı ilahisinde 'Yoksul ve fakirleri it’am edin’ buyuruyor. Bugün Mina’da kesilen kurbanlar milyonları buluyor. İhtiyaçtan fazla olduğu için bir çukura gömülüyor. Bu suretle de Cenab-ı Hakk’ın beyan buyurduğu gayeden uzaklaşılıyor. (Bu, hacıların elde ettikleri dövizlerin çukura gömülmesi demektir.) Bunun için yalnız hacca niyet eden hacılar kurban paralarını memleketlerinde bırakırlar, onların namına kurbanları kesilip, fakirlere dağıtıldığında daha fazla sevap kazanırlar ve bu suretle Allah’ın emrine imtisal etmiş olurlar..."
Her sefer hacı adaylarının başında hacca giden Diyanet İşleri Başkanı, buncağızı düşünüp hacı adaylarına öneremiyor mu?
***
Yarından sonra bayram. Pazar günü de, salı günü de "Ankara Notları" çıkmayacak. Din sömürüsü yapmayan, tutuculuktan, bağnazlıktan uzak tüm okurların, cezaevlerini dolduranların, açların, Kurban Bayramları kutlu olsun!
Yazıda geçen, bazı Osmanlıca sözcüklerin karşılıkları şöyle: Caiz: Olabilir, olur. İfam: Yemek yedirme, doyurma, imtisal: örneğe uygun davranma, inayet: iyilik, kayracılık.