Bayramlı Bayramsa Günlerde...

1970’li yılların başları, Çetin Altan'ın bir kitabı -galiba 'Bir Avuç Gökyüzü’- mahkemeye verilmiş, Çetin Attan içerde. Yeni Ortam'da yazıp çiziyorum. Bir telgraf çektim. Bu günlerin geçe­ceğini, üzülmemesini bildirdim.

Gardiyan, telgrafımı vermeden sormuş:

-Sen, Mustafa Ekmekçi ‘yi tanıyor musun ?

Tanıyorum, yanıtını vermiş Çetin Altan, arkadaşım!

Gardiyan, Çetin Aftan'ı -halince- küçümseyerek, şöyle bir süzmüş:

Al, demiş, telgrafın var, Mustafa Ekmekçi'den!

Gardiyan okurummuş. Çetin Allan'a da pek iyi davranmaz

mıymış ne? Çetin Altan, anlattı sonra:

Telgrafın geldikten sonra, gardiyanın gözünde kredim bir art­tı ki, sorma...

O sıralar, 12 Mart'ın civcivli günleri. Yazarların, gazetecilerin hemen hemen tümü hapiste. TİP'liler, Behice Boran, Sadun Aren, onlar çoktan içerdeler. İlhan Selçuk, Doğan Avcıoğlu, Sevgi Soysal, Mümtaz Soysal, İlhamı Soysal. Çetin Attan, Oktay Kurtböke hapisteler. Nadir Nadi, gazetesinden ayrılma zorunda bırakılmış. Faşizmin ortalıkta cirit attığı sıralar. Hani, “Gayret dayıya düştü ” derler ya, durumum o. Ali Sirmen, Oya Baydar köşe yazarları; onlara Uğur Mumcu da ‘Sakıncalı Piyade’likten kurtulup katılacak.

Böyle günlerde, çok uzakta bir ışık sızıntısı, bir umut, çok önemlidir. Azından insanın içindeki korkuyu yenmesine yarar. Karanlık günlerde, bu umudu hep taşıdım. İnsana, bir an "Her şey bitti!" gibi gelir. Belki de ben, öyle günlerin yazarıydım. Ka­ranlıktan çıkmayı düşleyen biri. Çıktık, ama o günler geçti: da­ha nice günler geçti, acıların tünelinden. Bir de 12 Eylül yaşa­dık. Sırtımızdan geçti...

Çetin Altan’ın TİP milletvekilliği günleri geçiyordu gözümün önünden.

Ben aslında komünistim, ama ‘Komünistim’ diyemediğim için 'Sosyalistim' diyorum!

Bir arkadaşım anlattı; Çetin Altan’ın büyük oğlu Mehmet Al­tan, belki ortaokul sıralarında o zaman, yaşını tam bilmiyorum, babasına şöyle dermiş:

Baba, kızıl bayraktan görmeye ne zaman gideceğiz? Kızıl bay­raklara götür beni!

Sevgili Mehmet Altan’ın şimdi yazdıklarını okuyorum da, içim­den gülmek geliyor. Kızıl bayraklar nerede. Atatürkçülere sal­dırmak nerede? 10 Ocak günlü yazısında. "Tek parti dönemi­nin askeri ideolojisi olan Kemalizm Türkiye'ye 'solculuk' diye yutturuldu—" diyor, sürdürüyor saldırılarını, şöyle diyor:

 “Genelkurmay ile kendine sosyal demokrat diyen partilerin ay­nı ideolojiye sahip çıktığını, siz başka çağdaş bir ülkede gördü­nüz mü?

Bu, artık iflas ediyor.

En iyi örneği de Deniz Baykal’ ın CHP'si...

Sol diye Kemalizmi savunduğu için, olası bir genel seçimde yüzde 2 oy bile alamaz hale geldi..."

Sabah'takı o yazı da şöyle bitiyor:

“Türkiye'de sol güçlenecekse sap ile samanın bir araya gel­mesi ile değil, tek parti döneminin askeri ideolojisi olan Kemalistler ile çalışan sınıfların üretim tarzını dönüştürmeyi amaçla­yan ‘sosyal demokratların’ ayrışması ile güçlenecek...

İttihat Terakki geleneğinin devamı olan ve devrimi ‘doğaya kar­şı değil. halka karşı' zorbalık sanan anlayışı ‘sol’ diye yutturduk­ça yok olmak kaçınılmaz...

Çünkü o anlayış 'sol 'değil, Türk devletinin 'resmi ideolojisi'..."

Kurtuluş Savaşı vermiş Mustafa Kemal'den ne istediğini, Mehmet Altan’a sormak isterdim!

Mehmet Altan, 10 Ocak 'Basın Bayramı' günü. Çağdaş Ga­zeteciler Derneği’nin Anıtgömüt'e gitmesinden de hoşlanmamıştır. Onun sevineceğini sandığım bir şey söyleyeyim; orada kalabalık filan değil, bir avuçtuk. ÇGD yöneticileri ile daha bir­kaç gazeteci arkadaş. Şunlar vardı görebildiğim:

Yılmaz Gümüşbaş, Mahmut Tali Öngören, Selçuk Altan, Metin Aksoy, Ali Tartanoğlu, Mehmet Açıktan, Adnan Kes­kin, Timur Türkan, Nesrin Hocaoğlu, Ahmet Kıvanç, Gök­han Bozkurt. Daha birkaç kişi olabilir. Daha çok değildi! Bay­ram değildi kutladığımız.

Selçuk Altan, 15 yıla yakın ayrı kaldığı TRT’deki görevine dön­dü. Selçuk Altan. 12 Eylül’ün görevden uzaklaştırıp memur yap­mak istediği gazetecilerdendi. Danıştay'a başvurdu, davayı ka­zandı, geç de olsa döndü görevine. Buradan Selçuk Altan ar­kadaşımı kutluyorum. Gazeteciliğe başladığı ilk gününden, gü­nümüze değin, sadece ‘gazeteci' kaldı. Genç gazetecilere ör­nek oldu. 101'lerden görevine dönemeyenler de var. Bunların arasında Ahmet Tümel. Danıştay'da dava açmadığı için dön­medi. Süha Delikçi ile Özkan Yıldıran, davayı Danıştay'da yi­tirdiler, ondan...

Biz, bayramlı bayramsız günlerde Anıtgömüt'e gideriz. Özel deftere yakınmalarımızı yazarız. Bundan dört yıl önce, Cumhuriyet’i bırakıp çıktığımız sıra, Anıtgömüt’e gittiğimizde, saygı du­ruşundan sonra, 'özet defter’e yazmaya sıra gelince, sayfaları doldurmaya başlamışım. Başımda bir er ‘hazır ol’da bekliyor, se­lam durumu! Karşıda arkadaşlar. Biri, bir ara arkadaşının kula­ğına eğilip şöyle fısıldamış:

Mustafa Ekmekçi'nin yazacak yeri yok ya, özel defteri gaze­te köşesi sandı galiba, yazıyor da yazıyor!..

Bu kez kısa yazdım. Basının kendi bayramına sahip çıkma­dığını bildirdim. "Bir avuçtuk" dedim. 212 sayılı yasayı 27 Mayısçılar çıkarıp basına armağan etmişlerdi. Gazeteciler bu hak­ları kendi güçleriyle, emekleriyle almadıkları için mi ne, sahip çık­madılar. 212 sayılı yasa, bugün felç olmuş durumdadır. Neyin bayramını kutladık ki?

Günlerdir yaşama savaşı veren Onat Kutlar öldü. Öylesine ağır yaralanmıştı, onulmaz yaraların kolay iyileşmeyeceğini sez­miştim. Nâzım Hikmet Şiir ödülü çalışmalarına emek vermiş­ti. 15 ocakta Adonis'e verilecek Nâzım Hikmet Şiir ödülü töre­ninde, adım gibi biliyorum, törene kesinlikle katılacaktı. Bu sa­bah saat 10.00 sıralarında Ankara Radyosu'nda TRT-1’de "Te­rör ile Basın' konusunu tartışacağız. Elbette, gündemin başın­da Onat Kutlar olacak, onunla birlikte The Marmara'da ölen Ya­semin Cebenoyan olacak. Onat Kutlar'la Cebenoyan büyüdü­ler. Onları öldüren bombayı koyanlar küçüldüler. Onlar, sinsi bir gölge gibi aramızda dolaşırlarken, Onat Kutlarlar, Yasemin Cebenoyanlar gönüllerde taht kuracaklar...

Onat Kutlar'ın cenazesi cumartesi günü Teşvikiye'den kaldırılacak.