Bayram Ertesi...

Olay, Burhaniye’ye yakın yazlıkta Artur'da geçti. Sacide hanım, balkon kepenklerini kapattıracaktı. Komşusu emekli eğitimci Lütfi Dağlar, yardımına geldi. Lütfi Dağlar, yetmiş beş yaşında, tığ gibiydi. Adana’da Düziçi Köy Enstitüsü'nde yıllarca çalışmış, o yöreye izciliği de götürmüştü. İzmir’de oturuyorlardı; eşi Sakine hanım’la yazları, Artur'a gidiyorlardı. Lütfi bey çağdaş bir kişiydi.
— Sacide hanım, bir sandalye verir misiniz? dedi.
Sacide hanım, sandalyeyi getirdi. Lütfi Dağlar, sandalyeye çıkıp kepengi kapayacaktı.
— Bir de gazete rica edeyim, sandalyeniz kirlenmesin!
Sacide banım, Cumhuriyet okuruydu; gitti bir Cumhuriyet getirdi. Lütfi bey:
— Sacide hanım, dedi, başka gazete yok mu? Ben bu gazeteyi ayak altına alamam!
Orta öğretimden emekli bayan Mualla Aksoy, sorununu anlatmadan önce mektubuna şöyle girmiş:
“Sayın Ekmekçi,
Şu tür bir tümce kullanırsam beni bağışlayınız! Diyebilirim ki; rahmetli anamın karnında iken, Cumhuriyet gazetesi okumaya başladım. Dünyaya “merhaba” dediğim zaman çevremde; Cumhuriyet, Ulus, Akşam gazeteleri vardı. Onlarla yoğruldum, büyüdükçe onlardan ayrılamaz oldum...
1953'lü yıllarda, Ulus ve Cumhuriyet gazetesi okuduğum için, Anadolu’da çalıştığım ilçenin il’ine bağlı o günkü deyimiyle, o ilin şarkı sayılan, bir ilçesine sürülmekle tehdit edildim, yılmadım.
Sizi de bu gazeteye geçişinizle tanımış oldum. Kitaplarınızı okumak şansına sahibim. Kitaplığımda durur. Zaman zaman, tekrar okur daha çok bilinçlenirim.
Parasal sorunlar nedeniyle bir-iki aydır yalnız bir tek gazete alabiliyorum: Cumhuriyet… değil 30 Tl, 300 Tl. olsa gene alacağım, yaşadıkça...
Sn. Ekmekçi,
Değinmenizi, sütununuzda satır aralarında bile olsa, yazmanızı istediğim bir konu var. Rica ediyorum: Sayın Yılmaz Şipal da zannederim, bu konuların kompetanı.
Malum, bugünkü hükümet şubat 1982 tarihinde, Milli Eğitim, Sağlık vb. bakanlıkların personeline ek gösterge uygulayan 2595 sayılı bir yasa çıkardı. (Cumhuriyet tarihinde böyle bir yasa çıktığını anımsamıyorum).
Birinci derecenin dördüncü kademesinden emekli maaşı almaktayım. Tüm bu durumda olan arkadaşlar, yasadan yararlanmak için dilekçe verdik. Uzun yazışmalardan sonra yanıt:
— Kadronuz beşinci derece olduğundan ek göstergeden yararlanamayacaksınız.
Kadrosu olanlar, ayda 5300 Tl. bizlerden fazla alıyorlar. Mart 1982’den geçerli olarak birikmiş paralarını aldılar.
Aynı yıl çıkışlı öğretmenlerin bir bölümü alıyor, bir bölümü alamıyor. İlk öğretim ve orta öğretimde durum aynı...
Sn. Ekmekçi,
Bu uygulama, sosyal adaletle ne ölçüde bağdaşıyor?
Yazın ailece çıktığımız yurt gezisinde, Türk toplumunun çok bilinçlendiğini gördük. Sevindik.
Beni okumak lütfunda bulunduğunuzdan, en içten saygılarla, sağlıklı, mutlu günler diler, tüm Cumhuriyet çalışanlarına, sevgi dolu selam yollarım. İletiniz. Hoşça kalınız...”
Gazeteleri yaşatan, okurlarının ilgisidir. Bursa’da yüzünü görmediğim bir öğretmenden gelen, bir bayram kartında şunlar yazılı:
“Sözlerime, kalıplaşmış olan “yazılarınızı sürekli okuyor beğeniyorum” diyerek mi başlasam?
Yoksa, “satır aralarının gidişatını alarak beskeniyoruz” mu diyerek başlasaydım?
Şu da var: Bizden birisi gibi, bizim dilimizle yazan, bizim sorunlarımızın içinde mi desem?
Neyse, çağdaş bir gazete olan Cumhuriyet ailesinin bir üyesi gibi desem, daha özgün olur değil mi?
Bayramını candan kutlarım!”
Ergin Günce’nin oğlu Dadal, minicik çocukken, babasına ışığın çevresinde dolanıp uçan böceği gösterip sormuş;
— Baba, bu böceğin adı ne?
— Helikopter böceği oğlum!
— Amma attın baba! demiş Dadal, helikopter yokken adı neydi peki?
Ekonomi Profesörü Sadun Aren’in ilk adı İbrahim’miş. Bilmiyordum. Prof. Sadun Aren, Dil Okulu’nda tutuklu. 18 gün Mamak’ta kaldıktan sonra, Dil Okulu’na nakledildi. Şimdi orada yatıyor. Davası, henüz açılmadı.
Sadun Aren, bayramda ziyarete giden eşi Munise Aren’den şunları istedi:
Üç lop yumurta, birkaç baş sarımsak, bir mavi çakmak, büyük bir Fransızca-Türkçe sözlük...
Munise hanım, giderken balkondaki sardunyadan da bir dal koparıp götürdü. Ankara’da cezaevlerinde bayramlaşma ilginç oldu.
Bu bayram, geçen bayram uygulanan, bir güzel şey yinelendi. Tutuklu ana-babalar, çocuklarıyla kuçaklaştılar. Bu hoşgörüyü, insancıl davranışı belirtmem gerek.
Bayramda mezarlıklara da gidilir, ölüler, anılır. Bir okur, Karşıyaka Mezarlığında, Hakan Yurdakuler’in mezarındaki resmin kırıldığını, Yusuf Aslan'ın Yusuf’unun parçalanıp atıldığını görmüş. Ölülere de saygı kalmamış! diye düşündüm...