Anayasa Mahkemesi kararından sonra üniversitede sıkma- baş kız öğrencilerin, derslere “türbanlı" girmeleri yasaklanmıştı. Ancak türbanlı giren öğrencilere hiçbir yaptırım uygulanmamakta. Rektörlükten dekanlıklara, “Cezaları yavaşlatın, nasıl olsa yasa çıkacak" biçiminde sözlü bir göz kırpma mı var ne? Sıkmabaşlarla ilgili olarak görevli öğretim üyeleri, raporlarını düzenleyip, onu yönetim kuruluna götürene dek neler çekiyorlar? Bahriye Üçok'un öldürülmesinden sonra üniversitenin laçka tutumu görülecek şeydi. Cenaze töreninin yapıldığı salı günü, Ankara Üniversitesi Rektörlüğü'nden tüm dekanlıklara haber gitti; “Tören, ilahiyat fakültesinde yapılacak" diye. Saati de verildi “08.30'da". Öğretim üyeleri, önce ilahiyat fakültesine gittiler, "Burada değil rektörlükte" yanıtını alınca rektörlüğe vardılar ki tören çoktan bitmiş! Polisler, yeni gelenleri içeri almadılar bile.
Bu cinayetler, din adına işleniyorsa, Diyanet İşleri Başkanlığı neden susuyor? Nerelerde gizleniyor, bu cinayetleri işleyen caniler? Camiler aranabiliyor mu?
İzmir'den yazan Bayan S.E. son olaya değinerek şöyle diyor:
“Sayın Ekmekçi.
Yine bir Ölüm olayı. Ve yine yazmadan edemedim. İnsan düşünüyor, yürekten üzülüyor ve kime anlatacağını, kiminle dertleşeceğini şaşırıyor inanın.
İyi ki sizin okurlarınız var. Onlarla birçok şeyi paylaştığınızı bilmek, söyleşip dertleşmek kim bilir ne güzel bir duygudur?
Bahriye Üçok'u tanımıyorum, ölümünden sonra gazetelerde çıkan geçmişiyle ilgili bilgilerden kişisel yaşamını ve savaşımını öğrendim. Yakından tanımadığım bu insana saygı ve sevgi duygularıyla bağlandım.
Yaşanan olayı kafamda birçok kez canlandırmaya çalıştım.
Sayın B. Üçok'u öldüren bombalı paketi özenle hazırlayan kişiyi merak ediyorum. Paket yapıldıktan sonra onu kargoya götüreni de.
Cesur muydu? Elleri titriyor muydu? Yüzü sararmış mıydı? Paketin içinde ne olduğunu biliyor muydu? Göndereceği kişinin kim olduğu hakkında en ufak bir bilgisi var mıydı? İnsanların arasından -aramızdan- yürüyerek mi geçti? Korkuyor muydu?
Ve en çok da öldürme emrini kimin verdiğini merak ediyorum. Bu kişi hangi kademededir? Kimlerle görüşerek bu kararı vermiştir? Tek başına mı vermiştir? Bu öldürme emrini önce kime iletmiştir? Başka kimlerin haberi vardır?
Böylesine birçok soru art arda sayfalarca sıralanabilir, ama bu kişinin bir özelliğini ben çok iyi biliyorum. Emri veren bu kişi korkaktır. Bahriye Üçok'un düşüncelerine karşı, kendi düşüncelerine güvenemeyen, onun karşısına çıkıp deyim yerindeyse "erkekçe" düşüncelerini söyleyemeyen, Üçok'un düşüncelerini çürütemeyecek kadar aciz ve yobaz bir kişidir. Korkak, mat olmuş bir zavallıdır.
Bu bomba olayıyla Üçok'u öldürememiş, onu tanımayan benim gibi birçok insana onu tanıtmış, düşüncelerinin neler olduğunu daha geniş yığınlara iletebilmeyi sağlamıştır.
Sayın Üçok’un ölüm fermanı "tesettür konusundaki düşünceleri yüzünden" verilmiş. Kadını kara çarşafların ardına sokmak, bedenleriyle birlikte beyinlerim de kilitlemek, onu devinimsiz bırakmak, ilerleyen dünyaya bir gözünü kapayarak ancak tek gözüyle bakmayı önermek, çalışma dünyasından alarak eve kapamak hangi çağdaş düşüncede yer alabilir? Hangi kadın diyemeyeceğim; hangi kadın ve erkek bunu onaylayabilir? Bu, çok büyük bir haksızlıktır.
Kadınlarımızın alnı açıktır, tertemizdir, örtecekleri kara lekeleri yoktur. Kadınlar, cumhuriyetin kazanımlarından vazgeçmeyeceklerdir. Kara çarşaf-peçe dönemi geride kalmıştır. Padişahlık ve halifelikle birlikte yıkılıp gitmiştir. Çağdaş kadına esaret örtüsü artık giydirilemeyecektir. Ölüm emrini verenler, bunu Türkiye'de yaşayan kadın ve erkeklere sorduklarında yanıtını alacaklardır. Türk kadını artık her alanda ileriye bakıyor, geriye değil. Onu Ortadoğu’daki gerici yönetimlerin kadın politikalarıyla yönetebilmek ne yazık ki (!) olanaklı değildir. Aldanıyorlar, başaramayacaklardır!
Şu an yapılması gereken, Sayın Üçok’un ardından demeçler vermek, üzüntüleri dile getirmek, cenazesine çelenkler göndermek değildir. Her konuda yaptıklarını, başarılarını övünerek dile getiren (olayın manevi sorumluluğunu taşıyan) ANAP iktidarının, gücünü göstermesi (O katillerin ve emri verenlerin kimler olduğunu bulabilmesidir, derdikleri sinyallerle, kimlere daha yakın olduklarını saptayarak üzerinde düşünmelidir. Yoksa iki ya da üç hafta sonra bir aydının daha öldürülmesini beklemek, saat 21.30'da gazetelere telefon edecek kişilerin sesini dinlemek değildir.
Katillerin ve onlara emir verenlerin yakalanmasını istiyorum. Bu kişilerin devletten daha güçlü olmadıklarından emin olmak istiyorum. Bunu çok istiyorum. Bekliyorum. Saygılarımla..."
14 Ekim 1990, Cumhuriyet