Efe'nin İzmir'de, Zeynep’le nişanının yapıldığı haberi Güneydoğu'ya gelince, bayan sağınlar, bacılar uzun bir "Vah, vah, vah..." çektiler. Gazetelerde çıkan, binbirgece masallarını andırır resimler, kışta kıyamette Güneydoğu’da görev yapanları dehşete düşürdü. Sağlık Bakanı Halil Şıvgın da nişandaydı, iyi mi? Şırnak'ta, Cizre'de, Hakkâri'de görev yapanların, bakana gösterdikleri tepki görülecek şeydi.
Bizler burada çoluk çocuğumuzdan ayrı kalalım, bakan orada, oh oh.. Düzene bak, düzene?
Sağınlar, bacılar arasında bir de sözcük tartışması çıktı. Bakan, sağınlara yolladığı '"teşekkür" mektubunu, “...Başarılarınızın devamını diler, en derin sevgilerimi sunarım" diye bitirmişti. (Bkz. 10.2.1991 günlü, “Barış Yolcuları..." başlıklı “Ankara Notları.”) Bayan sağınlar, bay sağınlar şöyle diyorlardı:
Niye bize “saygı" sunmadı? O, 1950 doğumlu, içimizde ondan yaşlı olanlar var. O, tencere satarken, bizler sayrı sağaltıyorduk. Kendisi söylüyor, yapılan işin güç, meşakkatli olduğunu, öğrenim düzeyimiz de ondan yüksek; bize saygı sunulmayıp hanımefendiye mi sunulacak? Eğer, saygı kadına gösterilir denecekse, bizim aramız da bayan daha çok.
"Hemşire” karşılığı “bacı" sözcüğü tutmuştu gerçekten. Bir bayan, o da bacıydı, şöyle dedi:
Ben “bacı” sözcüğünü, "hekim” için kullanılan “sağın" dan daha çok tuttum.
Bir “yüksek hemşire” okur ise “bacı” sözcüğünü tutmadığını yazdı. "Bir gün, erkekler de hemşirelik yaparlarsa, onlara ne karşılık bulacaksınız?" diye sordu.
Doğu'ya, Güneydoğu’ya yollamalarda aksaklıklar, hatta haksızlıklar olduğu haberleri geliyordu. Antalya'dan Pervari'ye gönderilen bir genel cerrah, adı: H.Y. (64) yol kapalı olduğu için Siirt'te bekliyordu. Emekli albay sağın Ş.H. kırık çıkıkçıydı, bir kan sayrılığı tanısıyla Siirt Devlet Sayrıevi'nde yatıyordu. O da Antalya'dan gönderilenler arasındaydı. Bayan eczacı S.G. Antalya’da kızını yeni evlendirmişti. O da “bunalım bölgesi" İçel'e atandı. Ataması yapılanlardan R.K. ocak ayı ortasında, ataması yapılınca emekli oldu. Eski sağlık müdürüydü.
Sağlık Bakanlığı adına, “genel koordinatör” olarak atanan,Diyarbakır'a postu seren müsteşar yardımcısı Süleyman Hatinoğlu, sağınlara yolladığı bir fax buyruğunda, bozuk bir Türkçeyle, "Mazeret ne olursa olsun, iade yapılmayıp belgeler Ankara’ya yazılıp sonuç alınıncaya kadar ilde bekletileceklerdir” dedi. Bakanlıkta toplanan yakınmalar, başvurular yığılı kaldı. Çocuğu sayrıevinde yatan anne, babası sayrıevinde yatan oğul, atandığı yerden ayrılamıyordu. Tüm yetkiler, Süleyman Hatinoğlu’nun eliydeydi.
Ankara'ya dönmeme karşın, "Barış Treni” yolculuğunun etkisinden kurtulamadım henüz. Arkadaşlarım da kurtulamadı. Edip Akbayram, Demirtaş Ceyhun, Belediye Tiyatro Müdürü Ercan Kont, İHD Genel Sekreter Yardımcısı Yusuf Alataş'la birlikte “Onbaşılar”da yediğimiz ciğer kebabının öyküsünü belki sonra anlatırım...
İncirlik’ten, Patriot füzelerinin yakınına pikniğe giderken otobüste yan yana oturduğumuz, adını şimdi anımsayamadığım Adanalı arkadaşım anlatıyordu:
Adanalıyı anlatmaya sayfalar yetmez. Manalı duygusaldır; küçücük bir olayı kendi olayı gibi benimser, üzülür. Adana'ya kır çiçeği, Adanalı’ya gözyaşı erken gelir. Babam bize geldiğinde oğlum doğmuştu, üç aylıktı. Ben oğlumu anlatıyordum babama; işte "şöyle yapıyor böyle yapıyor” diye. Babam dedi ki: “Oğlum, senin oğlun, Adanalıya benziyor; Adanalı, çocuğunun bir gülüşünü iki saatte bitiremez!” (Yol arkadaşım adını anımsatırsa sevinirim...)
Bizim halkımız böyle duyarlı, böyle duyguludur işte. Böyle duyarlı bir halkın yaşadığı yere “İncirlik" kurulamaz, üs kurulamaz! Bu, bu halkı tanımamak demektir. Tanımayanlar, cezalarını er geç çekerler.
Cumhuriyet okuru, “Ankara Notları”nı izleyenlerin yabancısı olmadıkları Ahmet Aşıcı (mektuplarında daha çok domuz eti konusuna değinirdi) bu kez, "Körfez” konusuna değiniyor. Şöyle diyor:
"Körfez ve Türkiye konusunda en kötü olasılıkları düşünmek zorundayız. Şöyle ki: Batı, Türkiye ile Irak’ı şiddetli bir savaşa sokup her iki devleti de yıpratabilir. Zira, bunu İran'a da yapmıştır. Bu arada, aynı Batı, Kuveyt karşılığında GAP'ı Irak’a; Hatay'ı Suriye’ye; Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti ile Batı Anadolu ve Trakya'nın bir bölümünü Yunanistan'a; Anadolu ile Azerbaycan arasında bir bölgeyi Kürdistan kurucularına vaat etmiş olabilir. Türkiye’nin öteki yörelerine de Suudi Arabistan'a yaptığı gibi dost görünümünde ve yardım etmek bahanesiyle NATO yoluyla, örneğin 1 milyon askerini sokarak, bu yöreleri dostça işgal edip bir daha da çıkmayabilir. Burada, İngiltere ve İsrail’in çok bilinçli, öteki koalisyon üyesi ülkelerden birçoğunun ise bilinçaltındaki amacı, dünya petrol rezervlerinin yüzde 80'ini içeren Ortadoğu petrollerine ve Ortadoğu'ya egemen olmaktır.
Ahmet Aşıcı'nın mektubu daha uzun. Aşıcı, mektubunu, ‘Türkiye'nin dış güçler ve içteki işbirlikçilerle sürüklenmekte olduğu antilaik yapılaşma ve totaliter yönetim modeli, Türkiye'nin aleyhinedir" diye bitiriyor...
Dünyanın, birde Türkiye'nin bu kargaşasında. Hacı Semra Hanım politikaya soyunuyor. Batmakta olan ANAP gemisine, böylece bir kurtarıcı bulunmuş oluyor? Kurtarılabilirse...
19 Şubat 1991, Cumhuriyet