Batan Geminin Malları...

Ayşe İlhan'ı, tanıştırırken "İki Gözüm Ayşe” diyorum, öyle deyince herkes tanıyor. Sabahattin Ali'nin arkadaşı Ayşe ilhan, Cumhuriyetin düzenli bir okurudur.
Akıllı kuşlar gibi konacak yerleri biliyorsun, oralara konuyorsun Ekmekçi! diyor.
Sabah yürüyüşünde “Bugün nerelere konsam acaba?" diye düşünüyorum, öyle çatıyorum kafamda konuları. “Ankara Notları”nın türü gereği, bir yere değil, birçok yere konma durumundayım da. Vitrinleri gezer gibi dolaşıyorum. Selanik Caddesi 57’de “Belediye Başkanları Konuk Evi” var; oraya uğradım bir ara. Orası Ankara'ya gelen belediye başkanlarının konakladıkları bir yer. Bir kişi elimi sıktı:
Ben Fatsa'nın Ilıca beldesi Belediye Başkanı’yım, adım Ahmet Özçelik. Sizinle bir Karadeniz gezinizde tanışmış, kısa bir süre birlikte olmuştuk..
Çok sevindim Ahmet Bey, sağ olun!
Oturup birlikte çay içtik. Ahmet Özçelik de terziymiş. Terzi Fikri Sönmez'in arkadaşı.
Terzi Fikri arkadaşımdı. Çıraklığı birlikte yaptık. O sosyalistti, ben sosyal demokrattım. Bir yıl birlikte çalışmışlığımız da var.
Ahmet Özçelik de Terzi Fikri gibi, 12 Eylül’den sonra cezaevi cezaevi, garnizon garnizon süründürülmüş. O da türlü işkenceler görmüş. Ahmet Özçelik, 1970 yılından beri politikada, belediye başkanı. İlkokulu bile bitirmemiş. Ama kendi kendini yetiştirmiş, bilinçli bir demokrat. Ona “Terzi Fikri" ile ilgili sorular soruyorum.
Ölümü nasıl oldu Fikri Sönmez'in? Yüreği durdu dediler...
Öyle dediler, ama kimsenin bilmediği bir şey var; Fikri yabancı gazetecilere “Öyle açıklamalar yapacağım ki Çankaya sallanacak!” demişti, bu açıklamasından sonra, ertesi günü cezaevinde öldü!
O günleri çok iyi anımsıyordum. 12 Eylül faşizmi, Terzi Fikri Sönmez'in gömütüne gideni bile izliyor, izliyordu...
O zaman 12 Eylülcüleri pohpohlayan, faşizmin -her zaman- yardakçısı kimi gazeteciler, Terzi Fikri Sönmez'e takarlar, yazmadıklarını komazlardı. Bunlar, suratlarına tükürsen yağmur yağdı sanırlardı! 12 Eylül'de köşeleri döndüler. Şimdi krallar gibidirler. Fatsa'nın Belediye Başkanı Fikri Sönmez, gömütünde yatar...
Ahmet Özçelik'in anlatacağı çok şey vardı; bir gün yazarım onları da...
***
Yazar Dursun Akçam, Esen boğa Havaalanı'na geldiği zaman, başına gelecekleri biliyor muydu? Binbir güçlükle pasaport alınmıştı bir yıllık. İçişleri Bakanlığı, “Yurda dönebilir, bizce bir sakınca yok” diyordu. Hamburg’dan telefonla aradığında şöyle dedim Dursun’a:
Dursun'cuğum, olanak varsa, sabah uçaklarından biriyle gelmeye çalış. Bir pürüz çıkarsa, akşama dek çözümlenir, sen de emniyette gözaltında filan çok beklemezsin.
Uçak yokmuş sabah saatinde; Frankfurt üzerinden gelen uçak da saat 17.20'de Esenboğada’ymış. Akın Birdal, savunman Veli Devecioğlu birlikte havaalanına gittik. Dursun Akçam'ın eşi Perihan Akçam, oğulları; milletvekilleri ayrı arabalarda geleceklerdi. Esenboğa'da gözüme çarpanlardan kimileri şöyleydi:
Milletvekillerinden Hüsnü Okçuoğlu, Zeki Önal, Kâmil Ateşoğulları, Uluslararası Af Örgütü'nün eski Türkiye masası yetkilisi Helmuth Oberdiek; Akçam’ın yakınları... Muzaffer İlhan Erdost, Vecihi Timuroğlu, ihsan Atar, Hikmet Koçak. Beklenen Lufthansa geldi, yolcular önce pasaporttan geçmeye başladılar. Dursun Akçam göründü, on bir yılda saçları daha bir ağarmış gibi. Dursun'un oğlu Cahit'i sorgulayan, yani Cahit’e işkence yapan görevli polis de orada değil miymiş! Bari kendilerini unutturup ortalıkta gözükmeseler. Oğluna işkence yap, sonra yurtdışından gelen babasını, havaalanında karşıla, emniyete götür.
Gözlerimi diktim, ona bakıyorum. Dursun elini kolunu sallayarak çıkıp gideceğini mi sanıyordu ne?
Üst kata, emniyet bölümüne çıktık. Görevli polisler, hacı adaylarının işleriyle uğraşıyorlar. Milletvekilleri ile birlikte, birkaç gazeteciyle ben de oradayım. Polisler sıcak davranmıyorlar. 141-142 kalkınca, ne yapmalı? Komünist yoksa da yaratmalı mı? Polis görevlileri daha sıcak davranamazlar mı insanlara? Niye böyle bunlar?
Buyurun gidebilirsiniz?
Ben de sandım ki, Dursun Akçam evine gidiyor. Doğru 1. Şube'ye. Onlar, yani polislerle Dursun, ayrı gittiler, bizler ayrı, 1. şubeye vardık ki ortalıkta kimseler yok. Kimsenin de haberi yok! Oysa, Milletvekili Zeki Önal, Vali Yardımcısı Yahya Gür'e telefon etmiş, yazar Dursun Akçam'ın emniyette bekletilmeyip savcılığa yollanmasını istedi. Yahya Gür, “Tamam! Ben birinci şubeye telefon ediyorum!” dedi. Ne tamamı?
1. şubeye vardık ki, ı-ıh... Orası, duvar. Kimsenin kimseden haberi yok. Ortalıkta konuşacak yetkili, yetkisiz, ilgili, ilgisiz kimse yok. Baş komiser mi, kim, biri milletvekiline şöyle diyor:
Vallahi efendim, emniyette herkesi Kızılay'a sevk ettiler. Kimse yok. Bir olay var da...
Anlaşılıyor, orada da her şey dökülüyor. Umarsız, ayrıldık. Polislere değişik giysiler falan mı giydiriyorlar? Serseri kılıklı, elinde Kalaşnikof silahlar, ayakkabısının topuğuna basarak giden adamlar, önümüzden geçip şefe;
Biz Kızılay'a gidiyoruz! diyorlar. Şef göz kapaklarını indiriyor, "gidin”mi dernek bu?
Dursun Akçam'ı göremeden ayrıldık. Kolları sıvayıp, yazarı içeriden çıkarmak kalıyordu geriye. Dursun Akçam, Esenboğa'da kulağıma!
İşkence yaparlar mı? diye fısıldadı...
Bu ne saçma şeydi? Yurtdışından ayağı ile gelen bir yazar, evine yollanacak yerde, emniyetin pislik içinde yüzen izbelerine atılabiliyordu? Haydar Kutlu'yla, Nihat Sargın'a uygulanan yöntem, olduğu gibi sürdürülüyordu. Ne zaman öğrenecektik, bir yazan, bir aydını emniyet izbeleri yerine evine göndermeyi. 12 Eylül, kamu görevlilerini, çalışanları da mahvetmişti. Yürekli savcı, yargıç artık ara ki bulasın!
Vallahi ben ürkerim! Ben korkarım!
DGM Başsavcısı Nusret Demiral’la konuşuyoruz. Konuşması beni şaşırtıyor:
Gelsinler efendim, ben gelmelerinden yanayım. Son yasadan sonra, ben işleri sıfırladım, dosyaları kaldırdım. Senin yazarın Dursun Akçam'ın DGM'lik bir şeyi yok. O Ankara savcılığında; ancak Dursun Akçam’ın dokuz tutuklaması, bir yakalaması var!
Oh, oh oh! Dursun Akçam ilk geceyi Ankara emniyetinde, hatta sandalye üzerinde geçirdi. Gece sayrılandı, Numune’ye kaldırıldı. Yeni yeni kurcalayınca ortaya çıkıyor; Ardahan Ağır Ceza Mahkemesindeki dava 1983'te ortadan kalkmış. Ama bu kalkan davaya bağlı bir dolu tutuklama, yakalama buyruktan kalkmamış. İdare de yargı da böylesine Hababam yöntemiyle çalışabilir mi? Bir ülkede, yönetim de yargı da böyle dökülebilir mi? Ardahan'daki dava ortadan kalkıyor. Ardahan ilçe jandarma komutanının arama buyruğu ortalıkta geziyor. Yurttaşa:
Berideki kayda göre sen suçlusun. Aklandıysan git, dosyanı bul getir! denebilir mi? Suçlayan da aklayan da sizler değil misiniz?
Akçam iki gece gözaltında kaldıktan sonra salıverildi.
***
ANAP kurultayı dündü; batan geminin mallarını gördük orada. Bir bakana sormuştum, “kim kazanır?" diye. '“Oturan taşı yerinden kaldırmak, daha güçtür” yanıtını verdiydi.
Taş kaldırıldı; altından Hacı Semra Hanım’ın desteklediği Mesut Yılmaz çıktı.
ANAP kulisinde, ANAP'lılar konuşuyorlarmış. Biri öbürüne şöyle demiş:
Yahu, biz niye genel başkan arıyoruz? Bülent Bey’i gelirsek ya partinin başına. Nasıl olsa bize yardımcı, eninde sonunda birleşeceğiz!..