Basın Toplantısında...

Kasım Gülek, politikacılık döneminde, bir gün hamamda basın toplantısı düzenlemişti. Gazeteciler, soyunmuşlar, dökünmüşler, peştamallarıyla göbek taşına oturup notlarını almışlardı. Başbakan Bülent Ulusu'nun basın toplantısını izlerken, DSİ Salonunda gazetecilerin çoğu, ceketlerini çıkarıp dizlerine koydular, yakalarını açtılar. Kimi basın toplantısı konuşmasını içeren kitapçığı, ya da soru kartonunu sallayarak yelpazeleniyordu. Salonda hava soğutucu yok muydu?

Sorular da alabildiğine terletici mi ne? Dur bakalım, ne yapacak?

Başbakanın sağında Yardımcısı Zeyyat Baykara, solunda İlhan Öztrak var. Kaya Erdem ile Kemal Cantürk uçlara oturmuşlar. Arkalarında, bürokratlar. Bir uçtaki masada, Dışişleri Bakanlığı sözcüsü Kaya Toperi oturmakta. Dış politikaya ilişkin ayrıntılı bir bilgiye gereksinim duyulunca, o koşuyor. Yabancı gazetecilerin sorularına yanıtlar, İngilizceye çevrilerek verilmekte. Çevirmen, bir ayrı mikrofonun başında..

Başbakan 30 sayfalık konuşmasını kağıtlardan okudu. «Anarşik olaylar ve terörle mücadele» ile başlayan şimdiye değin yapılanları anlatan konuşması, oldukça dikkatli hazırlanmıştı. Daha önceki basın toplantılarına benzeyen yönler vardı. «Terör» konusunda. 12 Eylül'den sonraki 11 aylık dönem ondan önceki 21 aylık dönemle karşılaştırılıyor, böylece Demirel ve Ecevit dönemleri arasında «yansız» kalınmaya çalışıyordu. Konuşmada, daha önceden verilmiş, yazılı sorular göz önünde tutulmuştu. Sorulara geçildiğinde, «Arayış» dergisinden Nahit Duru, Başbakan'a, daha önce yazılı soru verdiklerini, ancak konuşmasında buna değinilmediğini söyledi. Başbakan'a «Bu soruları bizden hangi amaçla aldığınızı söylemeniz mümkün mü? dedi.

Soru soran, sorusunu bir de yazılı veriyordu ya, Nahit bunu vermedi...

Başbakan Ulusu'nun, yöneltilen çeşitli soruları, tümüne hemen hemen aynı önemi vererek, yanıtlaması ilginçti. Bazı soruların yanıtları yuvarlaktı. Sorular, gerçekten açık sözlülükle, bir kamuoyu temsilcisine yaraşan çaba dışında, özel amaç gözetmeden sorulmaktaydı. Bu, basınımızın gitgide nasıl bir aşamaya ulaştığını gösterir. Sevindim..

İlk soruları, Cumhuriyet'ten Erbil Tuşalp yöneltmişti. Erbil,, «Din derslerinin okullarda zorunlu ders olarak okutulmasının layiklikle bağdaşıp bağdaşmayacağını» da sormuştu. Başbakan Ulusu, basındaki tartışmaları izlediğini belirterek yanıt verdi. Demek tartışmalar izleniyordu. Basın toplantısından sonra, alt katta yapılan söyleşi toplantısında, bu konu Zeyyat Baykara’ya da yöneltildi. Çeşitli inançta kişilerin çocukları, nasıl zorunlu olarak okuyacaklardı din derslerini?

Burada usuma, geçmiş yıllarda geçmiş bir olay geldi: Konya’da yaşayan Ermeni vatandaşlarımızdan arkadaşım Panos'un oğlu, bir gün eve gelerek babasına:

— Baba, öğretmen din dersini sürekli izleyip izlemeyeceğimi soruyor ne diyeyim? Diye sormuştu.

Panos düşündü. «Gir oğlum din dersine. Bir zarar gelmez» dedi. Çocuk, din dersini izlemeye başladı. Bir gün yine babasına geldi:

— Baba, öğretmen derste bize. «La İlahe İllallah Muhammeden Resulullah» dedirtiyor. Bunu deyince, ben Müslüman olmuş sayılmaz mıyım? Panos düşündü:

— De, oğlum, dedi içinden de «İsa da onun oğludur!» dersin geçersin.. Yıl sonu geldi. Panos’un şimdi üniversitede okuyan oğlu, din dersinden «pek-iyi» almıştı. Baba «aferin» dedi.

Panos, bir gün koyu dindar bir arkadaşının dükkanının önünden geçerken, onu üzüntülü ve öfkeli gördü. Adam, camiden çıkmayan biriydi.

— Hayrola, dedi, niye canın sıkılıyor?

— Sorma, dedi, benim oğlan din dersinden bütünlemeye kalmış!.

— Benimki de «pekiyi» almış..

Panos. bu karşılığı verdiği için pot kırıp kırmadığını uzun süre düşündü.

Başbakan, yolsuzluklarla ihbarlardan da yakınıyordu. Acaba, bu ihbarlar hangi amaçla yapılıyordu. İhbar yapanların bunu niye yaptıklarını da araştırıyorlardı. «İhbarlara mağlup olmayacaklardı.» «Oradan ihbar, buradan ihbar!» dedi.

İçimden, başka ihbarların da üzerinde durulması gerektiğini düşündüm. Bir ihbarla gözaltına alınan bir kişi, bazen «senin suçun yokmuş» denilince çıkıyor. Eeee, ihbar edene ne yapılıyor? Kuruların arasında yaşlar da yanıyor mu, yanmıyor mu?

Ulusu, basın toplantısının sonunda, «Amacımız ülkemizde süratle, tam olarak siyasal ve iktisadi istikrarı sağlamak ve memleketimizi sağlıklı ve gerçek bir demokrasiye kavuşturmaktır. Bu konudaki en büyük güvencemiz, büyük Türk milletinin engin sağduyusu ve kadirbilirliğidir» dedi. Satır aralarından anladığım, demokrasiye adım adım gidileceğiydi..