Barışçı Günleri...

İki yıl önceydi. Remide Devrim ölüm yatağında. Odasının kapısını aralayıp, baktım:
Kalk kız, dedim, ne yatıp duruyorsun?
Güç konuşuyordu. Ümit kesildiği için eve getirilmişti. Gücünün yettiğince, kolunu kaldırdı:
Ehhhh, dedi.
Yaşamayı çok seven; acıyı da, Hasan Hüseyin'in dediği gibi, bal eyleyen bir kişi, aramızdan çekip gidiyordu işte. Tam ayrılacağım sırada, bir şeyler söylediğini, daha doğrusu söylemek istediğini gördüm. “Barış" sözcüğünü anlamıştım "Barışçılar ne oldu?” diye haber soruyordu sezdiğim:
İçerdeler, diye karşılık verdim, tutuktular. .
Yine elini salladı, "ehhh" diyebildi...
Sonra bir daha görüşmedik. Remide Devrim'in ölüm döşeğinde tasalandığı “barışçılar”, daha yıllarca yatacaklardı.
Remide Devrim, son derece titiz bir okurdu. Her karşılaşmamızda, kafasına takılan bir tümceyi, satır altında yatanı kesinlikle öğrenmek isterdi. Şiar Yalçın pek oralı değildi. Remide Hanım:
Ne olacak? Askerler ne zaman gidecekler? derdi.
Kimi ünlüleri yakından tanırdı. Sanatçılar vardı tanıdığı. Anılar anlatır. “Sakın bunları yazma ha..." derdi. Gülerdim. Remide Devrim, iki yıl önce 15 kasım günü öldü. Şiar Yalçın, bir can yoldaşını, eşini yitirmişti, ama sevenlerinin yitikleri Şiar'ınkinden az değildi. Bir okuru yitirmiştik...
Bir okur için daha yazmayı düşünürdüm, Beyhan Güley'di adı. Ferda Güley’in kız kardeşi. Ölümünden sonra, Ferda Bey, Beyhan Güley'in “İçimizdeki Çocuk" adlı yapıtından, bazı şiirleri yazıp göndermişti. Ferda Bey, mektubunun sonunda şöyle diyordu:
"Siz ki biraz da’ Aybastı ' yazarısınız, Beyhan Gülay de Aybastılı bir öğretmendi. "Ankara Notları”nda anılırsa Cebeci’deki anne koynunda duymakta olduğu huzurun çok daha büyüyeceğine inanıyorum. Saygı ve sevgilerimle. 12.6.1985."
Ferda Bey'in mektubu elime geç geçti. Nedenini bilemedim. Beyhan Güley'in "Mektup" başlıklı şiiri şöyle:
"Ben de aranızdaydım bir zamanlar; / Benim de bir öyküm vardı, / Kapısı cümlenize açık / Karanlık günlerim, pırıl pırıl gecelerim vardı / Sizlerle bölüştüğüm. / Benim de ardına düştüğüm / Sevdalar vardı. / İçim dışım mevsimlere uyanık / Tüm düşüncelerim sizden yanaydı / Benim de gökyüzümde yıldızlar kaydı. / Acılarınızı yüreğimde duyardım. / Siz belki tanımazdınız ama vardım!
Beyhan Güley'in “Merhaba" şiirini de aktarmalıyım:
"Şu biteni zorlamalar olmasa, / Giden güle güle, gelen merhaba. /Bahar mı, gençlik mı elveda diyen, /Madem ki çaresiz, uğurlar ola.’..."
Avukat Turgut Akın, bir süre önce ölen kardeşi Nezihe'ye dünyadan bir mektup yollamak istemiş. Bir örneğini "Ankara Notları"na yollamış. 16.11.1985’te yazdığı mektupta Turgut Akın özetle şöyle demiş:
"Sevgili Nezo,
Sekiz gündür bizim bu uyduruk acundan selamsız sabahsız ayrılıverdin. Yaşadığın toplum ya da yören tam uyguladı görevini Fatihalar, mevlitler ne gerekirse yapıldı. Cansız yapın, tabutla yaşadığın yörede dolaştırıldı. Okundu üflendi ve kara toprağa teslim edildi. Bitti öykün burada. Ama devam ediyor bizler için yaşamın hâlâ. Toptan öperiz seni tatlım. Sırat köprüsü satışa çıkarsa bilgimiz ola lütfen. Bizler de oraya paralı gelmeye çalışalım. Hoşça kalasın "
Gazeteci Kemal Aydar da öldü. Uzun süredir hastaydı. Gazeteciliği bırakmış, politikacılığı yeğlemişti, ilk, 1960 öncesinde, "Vatan"da birlikte çalışmışız. O İstanbul’da ben Ankara’da. Tanışmazdık. Yazılarından, haberlerinden tanırdım çok gazeteci gibi. 1975'te Cumhuriyet'in Ankara Bürosu'na geldiğimde gazetenin Ankara temsilcisiydi. İyi, kötü günlerimiz oldu. Emekliye ayrıldıktan sonra, onu sık sık aradım. "Ne vefalısın! Başka kimse aramıyor" diye takılırdı. Titiz bir gazeteciydi Kemal Aydar. Gazetede sıkıntılarım olduğunda, "Senin de sıkıntıların hiç bitmeyecek! Ne şanssız adamsın!" derdi. Son sıralarda telefonla aradığımda, artık telefonda hiç bulamıyordum. Yurt dışında, canıyla uğraşıyordu. Arapça bir söz vardır:
"Üzkürü mevtaküm bil-hayr" derler, "ölüleri iyilikle anın" demek. Kemal Bey'i uğurlarken. "Güle güle Kemal Bey" diyorum içimden. Değerli eşine, arkadaşlarına başsağlığı diliyorum. Başsağlığı dileyen dostlara, teşekkürler...
Perşembe günü, "Barışçıların çok heyecanlı oldukları bir gündü sanırım. Bir gün önce, Hinthorozu Erdal Bey ile Aydın Bey'in cezaevinde tutuklu sanıklarla görüşmeleri gazetelerde geniş biçimde yer almıştı. Erdal Bey'le, Aydın Bey, Reha Hanım Metris’te olduğu için, onunla görüşemediler. Bayrampaşa'daki on bir "Barışçı" ile görüştüler. Barış Derneği davası sanıkları SHP liderlerine içerde yaptıklarını anlattılar. Orhan Taylan resim yapıyordu. Metin Özek, bir ruh doktoru olarak gözlemler yaptığını, incelemesini sürdürdüğünü söyledi. Erdal Atabek, "Daha ziyade mektup yazıyorum" dedi. Liderlerin izlenimlerine göre, içerde hiçbiri boş durmuyordu. Kitap çevirileri yapıyorlar, yazılar yazıyorlardı. Liderler hiçbirini karamsar görmediler. Ama Erdal Bey'e göre, "dışarda olmak, içerde olmaktan daha iyiydi."
Askeri Yargıtay Dava Daireleri Kurulu, aynı gün "Barış Derneği" sanıklarının davasını 19 aralığa bıraktı.
Ankara Notları"nın çatısını çatmaya çalışırken yorumsuz düşünüyordum: Ülkemize dünya barış hareketinin yansıması, ilk olarak 1950 yılında, "Barışseverler Cemıyeti’nin kurulmasıyla birlikte görüldü. Ancak, bu deneyin yaşamı pek kısa oldu. Kore savaşına Büyük Millet Meclisi'nin onayı alınmadan asker gönderilmesini kınadığı için, "cemiyet” Menderes hükümetince kapatıldı. Kurucuları hapse atıldı. Aradan çeyrek yüzyıl geçtikten sonra, özellikle 1 Ağustos 1975'te Helsinki Sunuş Belgesi imzalandıktan sonra, Türkiye’deki barışsever aydınlar, bir barış örgütü kurma girişiminde bulundular. Sayıları 300 kişiydi. 3 Nisan 1977’de yapılan toplantıda, 38 kişilik bir girişimci kurulu seçildi. Kurulun hazırladığı "Barış Derneği Tüzüğü" İçişleri Bakanlığı'nca onaylandı. Barış Derneği’nin tüzüğünde 'amacı" şöyle anlatılır: "Barış Derneği, dünyada adil ve kalıcı bir barışın gerçekleştirilmesi koşullarını araştırmak, savunmak ve tanıtmak amacıyla kurulmuştur” Barış Derneği, ilk Genel Kurulu'nu 5 Mart 1978'de, ikinci genel kurulunu da 3-5 Nisan 1980'de yaptı. 12 Eylül gelince, öbür derneklerle birlikte; çalışması yasaklandı.
Derneğin Başkanı Mahmut Dikerdem, 18 Temmuz 1983 günü İstanbul 2 nolu Sıkıyönetim Mahkemesi'nde yaptığı savunmada, kabul edilen yeni tüzükle “derneğin amacının Kurtuluş Savaşı'nı zafere götüren Erzurum ve Sivas Kongrelerinin kararlarına dayandırıldığını ve Türk halkının ulusal kurtuluş, bağımsızlık, demokrasi ve barış savaşımının birikimleri ve geleneklerine uygun çalışmalar yaptığını" söyledi. (Dikerdem'in savunması, sayfa 63-64).