Barış Gibi Var mı?

SABAH erken kalktığım için, 7.30 haberlerini radyodan dinlerim. Öğle, akşam haberlerini de kaçırmam, yıllar önceydi; Vedat Türkali, daha bazı arkadaşları, İstanbul'dan Ankara’ya gelince istasyonda, konuşmuşlar:
— Haydi Ekmekçi'nin evine gidelim: Ankara'da ne var ne yok, olayların içyüzünü öğrenelim, işimize sonra bakalım demişler.
O gün geç tıraş olmuştum. Bir yandan da, saat 13.00 haberlerinin okunmasını bekliyordum. Kapı çaldı, baktım Vedat Türkali’ler:
— Siz, dedim, şöyle salona geçin; ben haberleri dinleyip geleyim...
Birbirlerine bakmışlar:
— Bari, dönüp gidelim! demişler, Ekmekçi de haberleri radyodan öğreniyormuş!
Anlattılar, gülüştük. Bir olayın perde arkasını kurcalayabilmek için, önce o olayı öğrenmek gerekir gazetecilikte. Bunun, için radyo da dinlenir. TV de izlenir. Çeşitli haber kaynakları arasında, gazeteci için yerli, yabancı radyolar da dinlenmesi zorunlu kaynaklardır...
Bir sabah 7.30 haberlerini dinlerken öğrendim: radyo Atina'daki depremi veriyor, taş taş üstünde kalmadığını söylüyordu. Saat erkendi ama, Yunan Kültür Ataşesi Sürmelis'i arayıp “Geçmiş olsun!” demek geçti içimden. Aradım da, Sürmelis daha kalkmamıştı, uykuluydu… Çok teşekkür ederim Bay Ekmekçi, dedi. Atina'da yakınları da vardı kuşkusuz...
Geçenlerde yine aradım. Atina'daki olaylar dolayısıyla, Yunan Hükümeti nasıl bir çalışma içindeydi? Sürmelis yoktu. Telefona çıkan bayan anlattı:
Sürmelis Kavala'ya gitmişti. Sürmelis’in Avrupa'da okuyan iki oğlu, İstanbul’dan, arabayla Atina'ya giderlerken, Kavala’da trafik kazası geçirmişler; hastaneye kaldırılmışlar. Sürmelisle karısı da, çocuklarının yanına gitmişler, “geçmiş olsun” dileğimi yineledim.
Sürmelis İstanbul’da doğmuştu. Sonra Atina’ya göç etmişler. O da Türkiye’ye Basın Kültür Ataşesi olarak gelmiş.
Trafik kazası geçiren Yunanlı çocuklar, Kosta ile Petro, ne olmuşlardı acaba? İçime dert oldu. Cuma günü aradığımda buldum.
Kosta, iyileşip babasıyla Ankara'ya dönmüş, Petro, hastanede kalmış; annesi de yanındaymış.
Barıştan, dostluktan yana insanlar, kimsenin mutsuzluğunu istemezler. Kanımca, ülkeler, uluslar arasında dostluğa da, barışa da biz yazarlar, gazeteciler, katkıda bulunabiliriz. Bu da düşmanlıkları körükleyerek yapılmaz. Düşmanlıklar, söndürülerek yapılır!
Bir gün Mehmed Kemal, İsmail Gülgeç, şimdi müze olan Birinci Büyük Millet Meclisi'ni dolaşıyorduk. Üst kattaki salonda, Yunan Başbakanı Venizelos’un, Mustafa Kemal’i “Nobel Barış Ödülü”ne aday gösterdiği belgeyi gördüm. Venizelos’un Nobel Seçici Kurulu’na Atina’dan yazdığı 13 Ocak 1934 günlü mektup şöyleydi:
“Bay Başkan,
Yedi yüzyıla yakın bir süre içinde Yakındoğu ve Orta Avrupa'nın büyük bir kısmı kanlı savaşımlara sahne olmuştur. Osmanlı İmparatorluğu ve Sultanların Mutlakiyetçi Yönetimleri bunun başlıca nedeniydi.
Mustafa Kemal Paşa’nın düşmanlarına karşı yaptığı milli harekâtın galibiyetle sonuçlanmasından sonra, 1923 yılında Türkiye Cumhuriyeti’nin kurulması, bu istikrarsız duruma son verdi. Bir ulusun yaşamında bu kadar kısa bir süre içinde böylesine köklü bir değişme ender olmuştur. Büyük devrimci Mustafa Kemal Paşa’nın başlattığı hızla, mutlakiyetçi sultanlar rejimi yıkılmış ve gerçekten layik bir devlet kurulmuştur. Ulus tümüyle çağdaş uygarlıkların önünde yer almak için bir atılım yapmıştır.
Ciddi anlaşmazlıklarla ayrılmış olan ulusIara, samimi bir barış örneği veren bu yakınlaşmadan sadece, iki ülke için olduğu kadar Yakındoğu barışı için de yararlı sonuçlar doğmuştur.
Barışın borçlu olduğu bu değerli katkının sahibi Türkiye Cumhurbaşkanı Mustafa Kemal Paşa’dır. Bu nedenle 1930 yılında Yunan Hükümet Başkanı sıfatıyla ben Türk Yunan paktının imzasıyla Yakındoğu’da barışa doğru yeni bir dönem başlarken Mustafa Kemal Paşayı, Yüksek Nobel Ödülü için aday göstermekle onur kazanırım.
E.K. VENİZELOS”
Nobel Yüksek Barış ödülü o yıl verilmiyor. Venizolos'un mektubu ise, iki ülke için, güzel bir barış belgesi olarak kalıyor.
Venizelos, kurtuluş savaşından sonra, 26 Ekim 1930’da Ankara'ya geldi. 29 Ekim Cumhuriyet Bayramı törenlerine katıldı. Onuruna verilen bir baloda Afet İnan, Venizalos’la dans etti. Başbakan İsmet Paşa’nın Atina'ya gidişi 1931’de...
Türk-Yunan gazetecileri arasında dostluğu pekiştirmek için, bu konuda çaba gösteren Abdi İpekçi’nin anısına, onun ölümünden sonra, “Abdi İpekçi Barış ve Dostluk Ödülü” oluşturuldu...
Sevgi Soysal’ın “Barış Adlı Çocuk” yapıtını anımsadım. Binlerce çocuğun adı, barış. Binlerce Çağdaş da var; adları Anayasa tsslağından çıkarılmış olsa da...
Cuma sabahı saat 7.30 haberlerini dinliyordum radyodan. Şu haberi verdi:
“Birleşmiş Milletler Eğitim Bilim ve Kültür Teşkilâtı” (UNESCO)’nun Eğitim Ödülü’nü bu yıl, Merkezi Stokholm’da bulunan “Uluslararası Barış Araştırmaları Enstitüsü” kazandı. Ödül, Birleşmiş Milletler Eğitim, Bilim ve Kültür Teşkilâtı Genel Müdürü Amadou Muhtar M’Bow tarafından 21 Eylül’de Paris’te, törenle Enstitü Başkanına verilecek.”
Haberi dinlerken içim ışıyıverdi. Barış gibi var mı?