Bana, Okur Sağınlar Bakıyor!

Yaşamım boyunca, sayrılandığımda, okur sağınlar (doktorlar) baktı diyebilirim. 1960-61 yıllarıydı, Sağlık Bakanı Dr. Ragıp Üner’le(1914-1994) gazete için bir görüşme yapmaya gitmiştim.

Öksürüyordum. Sorulan sormaya başlamadan bana:

-Sen, önce bir soyun bakayım! dedi, sen sayrısın (hastasın).

Gömleğini giydi, dinleme aygıtlarını çıkardı. Şaşıp kalmıştım. “Soluk al, soluk ver' diyerek beni bir güzel dinledi. Bazı ilaçlar verdi. Bir de reçete verdi. Sorularımı sorup yanıtını aldım gazeteye döndüm. Ragıp Bey’le sonra çok dost olduk, bana Nevşehir'e gidince fıçıda şarap getirirdi.

Başımız sıkıştığında dost sağınları arardık. Engin Tonguç, Ceyhun Atuf Kansu başta gelirdi. Ceyhun Bey, Eylem’le Özlem’in çocukluklarında aşılarını yapar, para ne almazdı! Konya'dan tanıdığımız Refet Erten de öyle. Can insanlardı.

1977 yılı Mayısı'nda, Bülent Ecevit'in Aydın toplantısını izlemek için İzmir'e gitmiştim. Gazetecilere, İzmir’de Efes Oteli’nde yerler ayrılmıştı. İlk kez Efes'te yatacaktım. Komşumuz Albay Sait Kaya’nın eve gitme önerilerini “Ecevit basın toplantısı ne yapar, otelden ayrılmam doğru olmaz!” diye reddettim. Yukarıya odama çıkıp hemen bir duş almalıydım. Odaya girdim, soyunup banyoya adımı atar atmaz, ayağım kayıp düştüm mü, sol gözüm kurnaya çarptı. Kan fışkırmaya başladı. Kendi kendime:

-             Bu bana yapılır mı? diye söyleniyordum. Banyoda daha önce yıkananlar, şampuanlarla, çeşitli yağlı şeylerle, banyoyu ayakta durulmaz duruma getirmişler. İvedi giyindim. Sol gözümü kâğıtla kapadım, ama kan akıp duruyor. Aşağıya inince oradakiler telaşlandılar. Süleyman Genç, o zamanki Gültepe Belediye Başkanı Aydın Erten (o bir süre önce öldü), beni alıp bir eczaneye götürdüler. Eczacı:

-Böyle bir yaraya ben el süremem. Hemen bir sayrıevine götürün! dedi.

Arkadaşlarım, beni bir özel saynevine götürdüler. Orada sırada bekleyen sayrılar (hastalar) vardı. Biri:

-Bu, dedi. Cumhuriyetten Mustafa Ekmekçi, yarın Aydın’a gidecek. Olanağı varsa, biran önce bakar mısınız?

-Peki, elimizdeki ameliyat bitsin, onu alalım, dedi iki genç sağın.

Sıra gelince, yatırdılar oracığa. Gözüme bir şey olmamış, ancak sol gözümle kaş arasında derin yara açılmıştı. Oraya dikiş atılacaktı. Sağınlar konuşuyorlardı:

- Bu bölgeyi biraz uyuştursak mı?

-Yok canım, o yazıları yazan adam, buncacık acıya dayanır!

Yattığım yerden, “Uyuşturun!" diyeceğim, sesim çıkmıyor. Üç mü, dört mü dikiş attılar. Biri:

- Bir dikiş daha atalım, biraz estetik olsun! diyordu.

Dikişler atıldı, gözüm pamukla kapatılıp bantlandı, sıra borcumuzu ödemeye geldi. Sağınlardan bin:

- Ben ipliği evden getirmiştim, onu yazmayalım! dedi.

Sonunda, yüz elli lira hesap çıkarıldı, genç sağınlar emeklerinin karşılığını almamışlardı.

Ertesi günü 29 mayısta Aydın’a gittik. Ertan Ünver’le ilk orada tanıştık. O genç sağınların adlarını unuttum, ama olayı unutmadım.

1988'in 23 Aralığı’nda bir trafik kazasında sağ kolum üç yerinden kırılmıştı. Yeğenim Mustafa Çınar. ‘Güven Sayrıevi'nde yürek ameliyatları yapıyordu. Film çektiler, sarıp sarmaladılar, alçılar içine aldılar. Daktiloda yazı yazamıyordum. Bir gün, gazeteci arkadaşım Cemalettin Ünlü, çıkageldi. Elinde daktilosu:

-Ben senin parmakların olmaya geldim, sen söyle ben yazacağım! dedi. Koca Cemalettin, o son yıllarında Kıbrıs’a gitti, orada gazetecilik yaparken öldü.

Herkes bir şey öneriyordu.

-Bol paça yesin, paça jelatinli olduğu için kırıklar kolay kaynar!

Ben de paçayı seviyorum, ancak bol paça yiyince yüreğime dokundu. 1989 yılbaşında yüreğimin çalışması birden bozuldu. Yılbaşı gecesini İbni Sina Sayrıevi'nde geçirdim. Orada herkes, yılbaşı geçiriyordu. Yerde portakal kabukları, bira şişeleri. Kim bakardı bana? Görevli ördek bile vermedi. “Kalk, kendin al" diyordu. Oysa, ilk dört saatte, çok şey yapılabilirmiş. 23 gün ölümü bekleyerek yattım. Ölmedim!

Rıdvan Ege de, kolumun kırığına bakıyordu. O daha biçimli bir şeyler yaptı. Yüreğimi, Güneş Akgün denetliyordu. Güneş Akgün, Cumhuriyet okuruydu, genç sağınlar da bana çok iyi baktılar. Orada 23 gün yattıktan sonra, Cumhuriyet beni Hollanda'ya gönderdi. Orada “anjiyo” oldum, ama ameliyat yapamadılar. “Masada kalırmışım!" İlaçlarla iyileşecektim. Üstüne üsttük birde, bir atardamarda gevşeme şişkinliği (anevrizma) vardı. Yüreğimde dinamit taşıyordum!

Rıdvan Ege'ye gidip gelirken, kırık-çıkık bölümünde atkımı unutmuştum. Telefon ettim, Rıdvan Ege, nereden bilsindi, atkımı. Her karşılaşmamızda, elimi boynuma götürüyor. “Ne oldu, bizim atkıya?" diye takılıyordum. ; Geçenlerde, bir paket içinde güzel bir atkı geldi, bir de not: Prof. Dr. Rıdvan Ege, kartında şöyle yazıyordu:

Muhterem üstadımız, Sayın Mustafa Ekmekçi,

Dün Londra'da gezinirken bir atkı (kaşkol), sanki ‘Ben Mustafa Beyefendi’ye aitim der gibi geldi bana. Saygılarımla. 

Sağın okurlar daha çok, bunların arasında Prof. Şinasi Yavuzer, beyin cerrahı Prof. Yücel Kanpolat, Hacettepe’den Prof. Sırrı Kes, İzmir'den Prof. Veli Lök unutmadıklarım... Yücel Kanpolat’ın değişik bir görüşü var; bana hiçbir zaman sayrıevinde bakmadı, muayeneevine çağırdı. Şöyle dedi:

-Sayrıevinde sana dostum gibi bakarım; oysa muayene evimde bir sayrım (hastam) gibi bakarım! (Çarıklılar kitabında Prof. Kanpolat’la bir söyleşi var.)