"Savaşın Kıyakçıları” yazısını on gün önce yazdım; Körfez bunalımının, savaşın, Bush'u da Thatcher'ı da kurtaramayacağını belirttim. Şöyle dedim:
"Savaşı isteyenler mi var? Kimler? ülkelerinde siyasal durumları sarsılanlar mı? George Bush sallanıyor; İngiltere'de Bayan Thatcher da öyle. Uslarınca, bunları ancak bir Körfez savaşı kurtarabilir! Kurtarabilir mi?” Yazıda, Türkiye'deki Bush, Thatcher dostlarının durumlarına da değiniliyordu satır arasında.
Fransız şarkıcı Renaud'nun dizeleri de şöyle bitiyordu:
"Ve son saat çalınca / Cehennem eril dangalaklarla dolacak/ Futbol ya da askercilik oynayacaklar orada / Ya da "Kim daha uzağa işer?” oyununu.
Ben bu dünyada katırsam eğer / Köpek olmayı isterim / O da elektrik direği olsa/ Her gün gider bir kez / Dibine işerim / Bayan Thatcher'ın."
Bir haftaya kalmadan, Bayan Thatcher'ın gideceğini kim kestirebilirdi? Söyleyeyim, bu gazeteci sezgisidir. Gazeteci, olacakları kestirmek zorundadır. Ama, bunu kestirebilmek için olayları iyi izlemek gerekiyordu. Bunu, her sabah saat 07.00'de, BBC haberlerini, 07.15te, BBC’nin Türkçe yayınlarını dinlemeye borçlu olduğumu söylemeliyim. Sezgi de kestirme de gerçeklere, yani, bilimsel çalışmalara dayanmalıdır. Yoksa, "Aptala malum olur!” der, geçerler...
Adalet Bakanlığı'nda, Ceza ve Tevkif Evleri Genel Müdür yardımcılarından Muammer Coşkun, öldü. Hafta başında, Adalet Bakanlığı önünde Muammer Coşkun'un cenazesinin başında bir tören düzenlendi, saygı duruşu yapıldı. Burada bir konuşma yapan Adalet Bakanlığı Müsteşarı Arif Yüksel, konuşmasının bir yerinde aşağı yukarı şöyle dedi:
Sevgili arkadaşım, burada bulamadığın huzuru, inşallah, gittiğin yerde bulursun! Parçala-böl-yönet politikası en ağır biçimde senin üzerinde uygulandı. Ama sen hiçbir biçimde karşılık vermedin...
Müsteşar Arif Yüksel’i dinleyenler, gözlerini yumdular. Müsteşarın satır arasında ne demek istediğini anlamışlar mıydı? Muammer Coşkun, sayrıydı; bir yandan şekeri, bir yandan kalbi vardı. Arada bir akşamcılığı da olur muydu! Ama, Adalet Bakanlığı'nda karşılaştığı olaylar onu üzmüş, yıpratmıştı. Sonunda, ölümünü hazırlamıştı. Bakanlıkta, bunlar bilmeyen yoktu.
Atıla Bengü, 1987 seçimlerine gidilirken, Adalet Bakanlığı Personel Genel Müdürlüğü yapıyordu. Adalet Bakanı Oltan Sungurlu, seçim öncesinde, yasa gereği, görevinden ayrılmış, yerini bağımsız bakana bırakmıştı. Atila Bengü'nün, bakan gider gitmez, iyi şeyler söylemediği söyleniyordu:
Gümüşhane dayısını yürüttük! demiş miydi, ne bileyim?
Bunu Oltan Sungurlu da duydu, çok üzüldü mü?
Oltan Sungurlu, Adalet Bakanlığı'na yeniden döndü! Atila Bengü’yü Personel Genel Müdürlüğü'nden, bir çeşit kızak yeri olan Bakanlık APK (Araştırma-Planlama-Koordinasyon) Dairesi Başkanlığına verdi. Ama Atila Bengü, kızakta çok kalmayacak, ANAP’lı milletvekillerinin, bakana yapacakları baskılar sonucunda, Ceza ve Tevkif Evleri Genel Müdürlüğü'ne atanacaktı. Ceza ve Tevkif Evleri Genel Müdür yardımcılarından Muammer Coşkun, Atila Bengü'den en çok zararı gören oldu. İzne ayrıldığı sırada odasının kilidi kırıldı, içerisi Ören yerine döndü. Adalet Bakanlığı'nda, yüksek düzeydeki bürokratlar arasında olup bitenler, dudaktan uçuklatacak nitelikte miydi? Başı böyle olursa, bu kuruluşun yargıçtan, savcıları nasıl adalet dağıtırlardı ki? Atila Bengü'yle, Müsteşar Arif Yüksel'in de arası açıktı. Arif Yüksel, belki de onun için Muammer Coşkun'un tabutu başında:
Sevgili arkadaşım, burada bulamadığın huzura, inşallah gittiğin yerde bulursun! demiş olmalıydı... Muammer Coşkun, izinde öldü!
Salı akşamı, Adalet Bakanı Sungurlu, gazetelerin yazarlarına, temsilcilerine, Ankara'daki "Yargıç Evi"nde bir yemek vermişti. O yemekte Bakan Sungurlu'ya, bu olayı anımsattım, sordum:
Bakanlık üst düzeyinde huzursuzluk mu var ki Müsteşar böyle konuşuyor? dedim. Bakan, pek açıklama yapmadı, o da huzursuzluğun ayrımındaydı; şu karşılığı vardı:
Müsteşarla, ölen arkadaşın arası iyiydi; yalnız bir başka arkadaşla iyi değildi. Bakanın, bir başka arkadaş dediği, Atila Bengü’ydü.
Atila Bengü, çok sert yapılı biriydi. Pek ince değil miydi? Çok lüks çalışıyordu. Birkaç makam arabası, makam arabasında telefonları vardı. Side'de iki-üç yazlığı olduğu söyleniyordu. Müfettişken, Personel Genel Müdürlüğü'ne gelmişti. Oltan Sungurlu'yu dinlerken, acıdım! Ben, Amasya Cezaevi’ndeki açlık grevlerini, bunları çözümlemenin yollarını öğrenmek istiyordum; oysa bakanlığın içi ne durumdaydı... Bakan, bir müsteşarı, bir genel müdürü görevinden alamıyordu. Onların “güvenceleri" vardı. Sungurlu'nun bir ağlamadığı kaldı! Belki, açlık grevlerine yatanlar acırlar da bırakırlar açlık grevlerini. Benim açlık grevlerine karşı olduğumu da bilirler. Ama Ceza ve Tevkif Evleri Genel Müdürlüğü'nün başında, sert yapılı, inceliğe metelik vermeyen kişiler bulundukça, cezaevlerinin sağlıklı işlemesi beklenmemelidir. Benden söylemesi. “Demedi” demeyin...
Gazeteciler, Sungurlu'ya:
Biz müsteşarınızı da tanıyoruz! dediler.
Nereden tanıyorsunuz?
Uğur Mumcu'nun yazılarından!..
Gazeteci-yazar Atila Aşut, bundan bir süre önce Ankara DGM Başsavcılığının buyruğuyla gözaltına alınmış, gözaltında yedi gün kalmıştı. Atila Aşut, bir hafta özgürlüğüne engel olan DGM Başsavcılığını dava etti. Savunmanı Veli Devecioğlu'ydu. Ankara Birinci Ağır Ceza Mahkemesi, haksız yere gözaltında tutulduğu gerekçesiyle, Atila Aşut'a üç milyon lira tazminat ödenmesini kararlaştırdı. Ancak, “rücu" edilmediği için bu tazminatı DGM Başsavcısı değil, "hazine" ödeyecek. Atila Aşut, "Bizim bir saniyelik özgürlüğümüz değerlidir" dedi.
Karaman’da, "Güneş” adında, yerel bir günlük gazete çıkar. Sahibi, sorumlu müdürü Hasan Can’dır. Hasan Can, yazdığı yazılardan dolayı 17 Ağustos 1990'dan beri, geceleri cezaevinde yatar, gündüzleri gazetesinin başındadır. Hasan Can, politikacılarla olduğunca, Karaman’daki yargıçlarla, adalet dağıtması gerekenlerle de kavga vermektedir. Gazeteci Hasan Can, ANAP milletvekili Ali Talip Özdemir'in, Ereğli’de belediye başkanı bulunduğu sıradaki usulsüz, kimi yolsuz işlemlerini gazetesinde sergilemiş, yazılar yazmıştır. Bu yazıları yalanlamayan Ali Talip Özdemir, ancak Hasan Can'ı, "kendisini küçük düşürdüğü" savıyla mahkemeye vermiştir. Hasan Can, mahkemeye etki yapıldığını ileri sürmüştür. Hasan Can'ın ileri sürdüğüne göre Ağır Ceza Mahkemesi Başkanı'nın İstanbul’da olduğu sırada, davaya bakan Asliye Ceza Mahkemesi Başkanı Fevzi Oylupınar, Hasan Can'ı mahkûm etmiştir. Cezayı verdikten üç gün sonra, telgrafla Ağır Ceza Mahkemesi Başkanlığı’na atandığı bildirilmiştir. Yargıç Oylupınar, cezayı vermeden önce, dosyayı alıp Ankara’ya, Adalet Bakanlığı Müsteşarı Arif Yüksel'e götürmüştür. Hasan Can, Yargıç Fevzi Oylupınar ile Adalet Bakanlığı Müsteşarı Arif Yüksel'in fotoğraflarını da gazetesinde yan yana yayımlamıştır. Hasan Can, şimdi bu olaydan da yargılanmaktadır. Davayı Karaman Ağır Ceza Mahkemesi Başkanı Fevzi Oylupınar açtı; davaya Karaman Asliye Ceza Mahkemesi'nde bakılıyor...
Adamın biri, balıkhaneye gitmiş; balıkların kuyruklarını tokluyormuş. Balıkçı:
Balığın taze olup olmadığı, kuyruğundan değil, başından anlaşılır! demiş. Adam karşılık vermiş:
Onu ben de biliyorum, koku kuyruğa geldi mi, gelmedi mi ona bakıyorum!
25 Kasım 1990, Cumhuriyet