Kosigin bir gün Çağlayangil'e:
Yahu, dedi, ben küçüktüm, ortaokula gidiyordum, mahallemizde bir firma vardı, Karadenizliydi; Türktü. Seksen altı çeşit ekmek yapardı. Benim en çok sevdiklerim arasında pastırma, mandalina, lokum bunlar hep Türkiye’den gelirdi... NATO'dasınız anladık, yükümlülükleriniz var, onu da anladık. Ben sevdiğim yiyecekleri niye yiyemiyorum? Yahut da bunlar için niye çalışmıyoruz?
Sovyet Başbakanı Tikhonov'un gelişinden beri, bu geliş kafamı kurcalıyordu. Dur bakalım ne olacak, diyordum. Geldi gitti, bir sürü şeyler yazıldı, çizildi. Kurcalarken de ilginç şeyler çıktı ortaya.
Bu geliş gidiş, şu yönden önem taşıyor: Sovyetler, yumuşak karınlarında oturan Türkiye'ye karşı çekingenliklerini yavaş yavaş terk etmek istiyorlar...
Geçmiş dönemlerde, özellikle sağ iktidarlar döneminde, Türk yöneticiler, Sovyet yöneticilerine şöyle derlerdi:
Biz antikomünist bir partiyiz. Sizinle rahat görüşürüz. Kimse bizim komünist olacağımızı kabul etmez. Biz NATO’yla olan anlaşmalarımıza bağlıyız. NATO'ya da keyfimizden girmedik. Sizin gözdağlarınız (tehditleriniz) ve yanlışlarınız yüzünden girdik. Siz bugün, "Biz o fikirlerden vazgeçiyoruz" deseniz bile bu bir şey ifade etmez. Bizim için önemli olan vaktiyle bu biçimde düşünmüş olmanızdır.
1963 yılında, mayıs ayında, Suat Hayrı Ürgüplü Başkanlığı’nda onu aşkın milletvekili, senatör Moskova'ya gitmişlerdi. Orada, Stalin döneminde boğazlarda üs ve toprak istekleriyle ilgili olarak Komünist Partisi Genel Sekreteri Kruşçev'le görüşürlerken, Kruşçev şöyle der:
Stalin'i bu yola sevk eden ve bu fesat aklı veren Beria'dır. O da cezasını buldu!
Türk parlamenterlerin bakışlarını gözden kaçırmayan Kruşçev, ekler:
Bir Komünist Partisi I. Sekreteri, Stalin, yanlış yapmıştır. Ben de diyorum ki, bir daha olmayacaktır. Ben de Komünist Partisi I. sekreteriyim. Ona inanıyorsunuz da, niye bana inanmıyorsunuz?
Buna benzer sözler, belki tümce olarak tam böyle değil, ama bu anlamda.
Kruşçev, açık konuşur, şakacı bir adamdır da.
Sovyet yetkilileri, "Atatürk - Lenin çizgisini izleyelim" derler, gezi boyunca bizimkiler olumlu izlenimlerle dönerler.
Sovyetler'in politikalarını yakından izlemiş biri şöyle dedi:
Sovyet politikası akılcı, gerçekçi, ancak son derece kuşkucudur. Bunlara güven vermek güçtür! Senin niyetin iyi bile olsa, inanmakta güçlük çekerler. "Su adam, şimdi iyi gözüküyor ama, ya cayarsa..." filan derler. Onların bu duygularını gidermek için, dikkatli olmak gerekir..
Ufuk Güldemir'in Amerika'nın Ankara eski Büyükelçisi Spain’le yaptığı konuşmalar çok ilginçti. Gözden kaçırdıysanız, bulup okuyun. Süleyman bey hiç kaçırmadan okudu. Sonra onları Çağlayangil'e yolladı okusun diye. Çağlayangil, Spain'in kendisinden söz ederken "ihtiyar tilki" demesine takıldı.
İhtiyar kurt deseydi daha iyi olurdu diye düşündü;
Tikhonov'un geliş gidişi, geliş gidişlerin arası uzadığı için önem kazandı. Kimine göre de, örneğin bir Gromiko gelip gitseydi, daha önemliydi, vaktiyle Kosigin Türkiye'ye geldi, Demirel'le konuştu, İskenderun'a gitti, kimse birşeycikler demedi. Tikbonov gelince, büyütüldü. Aralar biraz soğuyunca böyle oluyor demek, belki de havalardandır...
*
Bugün Aziz Nesin günü Ankara'da. Yetmiş yaşını Aziz Nesin bir de Ankara'da kutluyor. Bugün açılacak olan Evrensel’de "Aziz Nesin Fotoğrafları ve Karikatürleri" sergisi 9 ocağa dek açık kalacak. Bugün saat 14.00-19.00 arasında, yine Evrensel'de Aziz Nesin’le Yalçın Küçük, birlikte yapıtlarını imzalayacaklar. Aziz Nesin son çıkan "Yetmiş Yaşım Merhaba”sı ile, "Kalpazanlık Bile Yapılamıyor"unu, öbür kitaplarını okurlarına imzalayacak. Yalçın Küçük, "Türkiye Üzerine Tezler"iyle, "Aydın Üzerine Tezleri”ni imzalıyor. "Aydın Üzerine Tezler"in ikincisi de çıktı. Bunların yanında, Yalçın Küçük'ün Aziz Nesin'in yetmişinci yaşına armağan ettiği "Bilim ve Edebiyat" adlı yapıtı da çıktı...
Bu akşam saat 21.00'de AST'ta, Aziz Nesin gecesi var.
5 Ocak 1985, Cumhuriyet