Aziz Nesin 20-25 eylül günleri arasında Londra’daydı. Londra’daki yazarlar, aydınlar çağırmışlardı Aziz Nesin'i. Çağıranların başında Harold Pinter da vardı. Aziz Nesin yoğun izlencesi içinde, Huckney Belediyesi'nce düzenlenen bir toplantıda konuştu. Stole Nevrington'da yaptığı bu konuşmada Aziz Nesin’in konusu, “Türkiye’de demokrasi ve insan hakları"ydı. Aziz Nesin, konuşmasına şöyle başladı:
“Merhaba! Hepinizi saygıyla, sevgiyle selamlarım. Aranızda bulunduğum için çok sevinçliyim. Bu güzel toplantıyı düzenleyen Huckney Belediyesi’ne, Başkan Jim Roland'a ve bütün yetkinlere, görevlilere içten teşekkürlerimi sunuyorum (alkışlar).
Konuya girmeden önce bir dileğim var, biliyorum ki, benim burada konuşacaklarım, ben İstanbul'a gitmeden önce Türkiye'ye ulaşacak. Dileğim şu ki, bu konuştuklarım çarpıtılarak, yanlış geçmesin. Burada bir ses alma makinesi var, isteyen sonradan bunun bandını alsın, doğru gitsin haberler! (Gülüşmeler, alkışlar)
Türkiye’de bu konuda, demokrasi ve insan hakları konusunda her ne konuşuyorsam, burada yüzde elli indirimli konuşacağım (alkışlar). Niçin ses bandına alınmasını istediğimi açıklayayım: Türkiye Yazarlar Sendikası davasında, bizim toplantılarımızda polisin aldığı ses bandan deşifre edildi; bizim hiçbirimizin konuşmadığı sözler çıktı ortaya. Ve o bantlar deşifre olunca şöyleydi: Zabıt katibi böyle okuyordu: 'Bir uzun boylu, esmer adam, siyah saçlı adam kalktı, şunları, şunları, şunları söyledi..’ (gülüşmeler). ‘Mavi gözlü, orta yaşlı şişman adam kalktı, şöyle söyledi…’ Avukatımız dedi ki:
Ne zamandan beri, ses bantları görmeye başladı? (Gülüşmeler, alkışlar)
Bu yüzden, bütün sözlerimin saptanmasını istiyorum ki, araya mavi gözlü, uzun boylu adamlar girmesin!
Konumuz 'İnsan Hakları ve Türkiye'de Demokrasi ve İnsan Hakları’; buraya gelirken ne konuşacağımı düşündüm, 1948 yılındaki bir olayı anımsadım. Savaş sonrasında bütün dünya ulusları, herkes Amerika’ya yardım almaya koşuyordu. Hindistan'ın, şimdi tam bilemiyorum, unuttum, ya Maliye Bakanı ya Dışişleri Bakanı, para almak için, yardım almak için Amerika'ya gitmişti, bu haber Cumhuriyet Gazetesi'nde aynen çıktı. Amerikan gazetesi soruyor bakana, Hintli bakana:
Hindistan'da komünist var mı?
Bakanın cevabı şu:
Bana ne kadar zor bir soru sordunuz. ‘Yok’ desem, para vermeyeceksiniz. ‘Var’ desem, yalan söyleyeceğim!
Siz şimdi bana soruyorsunuz, Türkiye'de Demokrasi vs İnsan Hakları?’ “Var" desem, yalan söyleyeceğim, "Yok" desem, başım derde girecek! (kahkahalar, uzun alkışlar)
Türkiye'de demokrasi ve İnsan hakları.. Aslında konuşmak çok kolay, çünkü olmayan bir şeyden konuşacağız (Gülüşmeler) . (Nesin, daha sonra, eski Yunan tanrılarını anlatır; günümüzde de böyle tanrılar vardır)
Türkiye'de demokrasi ve insan hakları var mı, yok mu? Varsa ya da yoksa, olursa ya da olmazsa, buna biz hüküm veremiyoruz, bizim irademizin dışında, bugünkü dünyanın tanrısı müsaade ediyor. Bu daha güzel, bir rahatlık sağlıyor böylece. Bizim insan haklarıyla uğraşmamız gerekmiyor. Bize ne kadar gerekiyorsa demokrasi o kadar veriyor. İnsan hakları ne kadar gerekiyorsa o kadarını veriyor. Biz istediğimiz zaman borç veriyor, kredi veriyor (gülüşmeler, alkışlar). İstediğimiz zaman silah ve füze veriyor. Günümüzün tanrısı işte bu tanrı! Biz ne yapabiliriz? Bizim irademizin dışında işler oluyor. Ama, insanlık tarihine baktığımız zaman, birçok tanrı gelmiş, hepsi ölmüş. Ben inanıyorum ki, şimdi yapmamız gereken şey, bu tanrıyı da çabuk öldürmek (alkışlar).
Yine bir anımı anlatmak istiyorum, 1965 yılında antifaşist yazarlar toplantısına, Weimar’a gittim; orada 102 ulusun yazarları, sanatçıları vardı. Anna Seghers de başkandı, kürsüye çıkanlar, her yazar, her şair çok yüksek ölçüde kendi ülkesinin hükümetini eleştiriyordu. Konuşma sırası bana geliyordu. 'Ben ne konuşacağım?' diye düşünmeye ve korkmaya başladım, Türkiye adına, onlardan çok daha dikkatli eleştiri yapmak istiyordum. Türk olarak övünmek ve onlardan çok daha iyi eleştiriler yapmak istiyordum, ama hükümetten de korkuyordum Sonunda karar verdim. Ne olursa olsun, onlardan çok daha şiddetli bir eleştiri yapayım!’ diye mi çıktım, konuştum. Anna Seghers (1900-1984) öptü beni. Dışarı çıktım, o zaman Naruda ke Austurias da oradaydı, yanma geldiler
Sen nasıl böyle konuştun, dönmeyecek misin Türkiye'ye? dediler (Gülüşmeler).
Haa, onlar dönmeyecek mi? İspanyol şair konuştu benden önce başkaları.(Gülüşmeler)
Haa, onlar Paris'te yaşıyor! dediler (kahkahalar, alkışlar)
Ben o zaman ‘Türkiye'de demokrasi var’ dedim onlara (alkışlar). O zaman, Neruda dedi ki:
Ben şimdi anladım, sen sahiden bir mizah yazarısın! (kahkahalar)
Şimdi, ben mizah yazarı olduğum için değil, ama, gerçeği anlatan
bir insan olarak, bir aydın olarak, Türk aydını olarak söylüyorum ki, çağdaş uygarlık düzeyindeki ülkeler ölçüsünde Türkiye'de kesinlikle demokrasi ve insan hakları geçerli değil. Çünkü, çağın tanrısı buna izin vermiyor. Bugün Türkiye'de demokrasiyi bozan güçler, sivil, asker, bozan güçler; onlara deseniz ki, 'Siz, zamanın, çağın tanrısının aletisiniz!' kesinlikle karşı koyarlar. Ve haklıdırlar karşı koymakta, içtenlikle haklıdırlar. Çünkü, soyut olan tanrının iradesini de hissetmiyorum; beni buraya gebren, ne derdi bir temiz Müslüman ve temiz bir Hıristiyan; 'Beni buraya getiren konuşturan tanrıdır'. Ama ben tanrıyla pazarlık etmedim, Londra’ya gideyim mi, gitmeyeyim mi diye. Tıpkı bunun gibi, hükümetler devrilirken, bakanlar alaşağı olurken ya da hükümet darbeleri olurken, tanrıyla pazarlık yok, günün tanrısıyla yok, ama tanrı insanları, kendi haberleri olmadan istediği yere yöneltebilir.
Bugün Türkiye, komşularından hiçbirisiyle uyum halinde yaşayan bir ülke değil. Bunların en başında Yunanistan ve Türkiye sorunları geliyor. Ama Yunanistan’ı da, Türkiye'yi de birbirine düşman eden Yunanlılar ve Türkler değil Yunanistan 15 uçak alınca, Türkiye 20 tane uçak alıyor. Türkiye 20 tane alınca, 30 tane alıyor Yunanistan. Ve bu uçaktan, silahları biz tanrıdan alıyoruz. Çağın tanrısı istediği zaman, Yunanistan'la Türkiye arasında bir savaş da çıkartabilir. Başka şeyler de yapabilir. Bütün irade ona bağlı. Bütün bu duruma karşın Türkiye'de çok sevinilecek bir durum var ve çok sevindirici durum şu: Büyük bir demokratik güç ve potansiyel yaşıyor Türkiye'de (Uzun alkışlar). Size, Türkiye'de demokrasi yoktur ya da az vardır ya da insan hakları çiğneniyordur diye örnekler vermek istemiyorum; çünkü, bu örnekleri veren o kadar çok yazılar yazıldı, kitaplar çıktı ki, bunları okumuş olduğunuzu sanıyorum, bu son altı yıl İçerisinde, Türk onurunu kırıcı ölçüde işkenceler yapıldı, yurtseverlik adına, yüzlerce değil, binlerce delikanlının erkeklik gücünü bırakmadılar, işkence yoluyla. Bazı konular vardır ki, şikâyet edilemez. Benim başıma şunlar geldi!” denilemez. İşkencede ırzına geçten kız, bunu kendisi şikâyet konusu yapamaz. Mümkün değil. Türkiye bu acı olayları yaşadı. Kötü sınav veren insanlarımız, aydınımız olduğu gibi, yiğitçe sınav veren, bütün bu koşullarda direnen aydınlarımız da oldu (alkışlar) önemli olan, bizim kendimizi, kendimiz hakkında, bütün grup olarak örgüt olarak ya da birey olarak ‘Bizim ne kusurlarımız vardı?' diye düşünüp özeleştirimizi yapabilmektir....''