Azir Nezin...

KÖRLER Okulu’nda şiir okuyan gencin adı Zeki Burhan Özkavukçu. Ortaokul sıralarında gözlerini yitirmiş. İki yıl ara verdikten sonra Körler Okulu'nu, daha sonra Başkent Lisesini bitirmiş. Daha sonra Eğitim Fakültesini. Şimdi, Körler Okulu’nda eğitim uzmanı olarak çalışıyor. Kendisini kutlayıp şiirini yayınlamak istediğimi söylemiştim: “Seni yaşamak” adlı yapıtını gönderdi. Bu şiir kitabından, sabaha isteği belirten şiiri şöyle:
“Prangaya vurmuş geceler beni,/Ne tarafa baksam hep aynı dekor./Sımsıkı bağlamış zincirlerini./Silkinip koparmak, parçalamak zor.
Şimdi hayalimde kalan dünyama,/Ah mümkün olsa da gerçekmiş desem/Kuş olmak isterdim. Diyemem ama, /neler yapmazdım ki birazcık görsem.
Küçük bir kelebek, bir an olup,/Sıçrayıp oynasam çıkıp dallarda./Gözlerime günün ışığı dolup/Koşup yuvarlansam tozlu yollarda.
Rengarenk önümde açılsa dünya./Kalbimden şu buruk acıyı söksem,/Hakikat olsa da o tatlı rüya,/Bir yaban gölüne içimi döksem.
Sonra göklere dek merdiven kurup,/Öpüp kucaklasam aydınlıkları./Gecenin yükünü sabaha vurup,/Ah bir yırtabilsem karanlıkları”
Zeki Turhan Özkavukçu’nun şiirini aktarmışken Can Yücel’in, “Yarın” dergisinde yayınlanan son şiiri “Yaş”ı aktarmak istedim. Oda şöyle:
“Yağmur bir kurbağadır./Evilya-ül Allahtan/Düşünde gördükçe kendi düşünü/Yeşilden, yemyeşile atlayan... /O da böyle derdi Nuh Peygambere de sorsan/Kurbağadır/Tufandan arta kalan/Tek hayvan.”
Can Yücel, “Son yazılan şiir en zor hatırlanan şiirdir. En az okunduğu için zor hatırlanır” diyor. Can Yücel’le konuşma, yine bir şiirle bitiyor. “Halkı” adlı şiir de şöyle:
“Kaç yüzyıl oldu bre halkım/Sen düğünsüz kamber olalı/Halk lor peyniriyle nefis körleterek/Nefretiler tarafından/Boşuna düşmedi boşluğa nefi/Bir konağın damından öbür dama atlarken.”
Ankara’da bir yanda Avrupa Konseyi üyeleri mekik dokurken. SBF’nin Konferans salonunda, Mülkiyeliler Birliğinin düzenlediği “Cumhuriyet Döneminde Bilim ve Kültür” konulu açık oturumu izliyorduk. Açık oturum, altı saatten uzun sürdü. Sekiz yüz kişilik SBF salonunda iğne atsanız yere düşmezdi. Açılışı yapan Mülkiyeliler Birliği Başkanı Güngör Aydın konuşurken elleri titriyordu. Besbelli heyecandan. Tahsin Saraç, kulağıma fısıldadı:
— Bak Ekmekçi ne güzel, yıllarca Valilik yapmış bir kişinin elleri nasıl titriyor?
Or. Prof. Cahit Arf ayakta konuştu:
— Ben, dedi, öyle uzun konuşamam. Sıkıldığım zaman oturmak için izin verirseniz ayakta konuşacağım...
On dakika konuştu, konuşmadı alnında biriken terler boynundan süzülüyordu. Terden sırılsıklam oldu gömleği. İlk kez dinliyordum hocayı, çok sevdim.
Aziz Nesin, İlhan Selçuk, Muammer Sun, Doçent Oğuz Onaran, Prof. Şerafettin Turan da konuştular açık oturumda. Prof. Bahri Savcı, başkanıydı açık oturumun. Yaşlı, genç bini bulan kalabalık susamışlık içinde alkışlıyorlardı konuşmacıları.
Bir akşam önce de, İstanbul’dan gelenlere, arkadaşları “Hülya”da bir yemek verdiler. Bu yemekte. Necdet Uğur, Mete Tuncay, Yalçın Küçük, İlber Ortaylı, Tahsin Saraç da vardı. Prof. Sadun Aren gelemedi. O, düşmüş; lif koptuğu için on beş gün basamayacakmış yere. Bir ara Aziz Nesin!
— Nasıl Ekmekçi, biraz zor yazıyorsunuz galiba? dedi.
1940’lı yıllarda, çalıştığı “Vatan” gazetesinde, her yazarın odası varmış. Odaların kapısında da yazarların adları yazılı. “Yazar Aziz Nesin”, “Yazar Ahmed Emin Yalman” filan... Adnan Veli de muzip, bunların hepsinin başına “zor” sözcüklerini eklermiş. Yazar olmuş, zoryazar!
Açık oturuma katılanlara, Mülkiyeliler Birliği de. “Hane”de bir yemek verdi. Yemeğe çağrılıydım. Yemekten sonra, Aziz Nesin, daha birkaç arkadaş bize gidip çay içtik. Evde Emine hanım da vardı. Emine hanım, okuma-yazma bilmez yoksul bir Anadolu kadını. Okuma yazma seferberliğine de katılmadı!
Emine hanım, öbür odada oturuyordu. Konuklar gittikten sonra, kızı Aynur’a:
— Azir Nezir, ak saçlı olanı mıydı? diye sormuş...