Aysız gecelerde olur ne olursa...

Server Tanilli’nin "Yüzyılların Gerçeği ve Mirası"nı okurken, banttan Ruhi Su’nun türküleri geliyor kulağıma. Ruhi Su’yu, sanatçılarımızı neden bu denli çok seviyorum..
Balıkların öyküsünü anlatıyor Ruhi Su:
Gelelim balıkların öyküsüne: Camgöz balığını bilir misiniz? Köpek balığından biraz küçük bir deniz canavarı: sardalya balıklarına bayılırmış. Sardalya balıkları. Camgöz’ün yaklaşmakta olduğunu, kokusundan mı, denizin kıpırtısından mı, nasılsa anlarlar hemen biraraya gelir, birleşir, yan yana, sırt sırta bir duvar oluştururlarmış...
Camgöz gelir, gelir, gelir iyice sokuldu mu, sardalyalar birden pullarım silkeleyip kaçarlarmış. Sonra o pullar, denizin üstünde pırıldamaya başladı mı, balıkçılar: "Burada camgöz var" deyip, ağlarını atar, kazıklarını çakarlarmış...
Kılıçbalığının öyküsünü de ozan Halim Şefik Güzelson'dan dinleyelim: (Ruhi Su, burada sazıyla söylüyor)
Bu bir kılıçbalığının öyküsü/ Yazıl masa da olurdu../ Ama bizi yeni sulara götürecek akıntı durdu./ Uskumrunun arkasından gidiyorduk/ Sürünün içinde ben de vardım/ Sırtımda bir zıpkın yarası.
Mutlu olmasına mutluydum/ Nedense gitmiyordu kulağımdan bir türlü o/ "Ağ var” sesleri...
Deniz kızı girmiş düşünceme ben iflah olmam/ Dalyanları birbirine katmak, orkinosların harcı / Dolanınca ağa çok geçmeden küserim / Çeker sandalla beni bir çocuk bile / O kadar ağır olmasam...
Beni öyle koşturan yaşama sevinci/Kanal boyunca bir o yana bir bu yana...
Siz yok musunuz siz, derya kuzuları.
Kestim kılıcımla karanlığını dibin / Yakamoz içinde bıraktım suları / Ahi Aysız gecelerde olur ne olursa / Sırtımda bir zıpkın yarası ...
Atın beni, mor kuşaklı bir takaya götürün/ İri gözlerimde keder, kılıcımda hüzün/ Satın beni satın beni/ Rakı için!
Ramazanda TV programlarının çoğu, din sömürüsüyle geçti. Türkiye'nin çeşitli yerlerinde baskılar yapıldı. Bir örnek, Ramazan diye Antalya PTT’sinde çalışanlara gündüz verilen yemekler kaldırıldı. Oruç tutmayanlar da, zorunlu oruca tutuldular. Ama, yine de baskılar geçmiş yıllardaki gibi değildi, örneğin Konya'da, namaz saatlerinde "Haydi cumaya " diye esnafa dükkânı kapattırılmadı. Eski baskıcılar, sinmişlerdi besbelli. Ama yine de, birçok yerde yollarda sigara içenlere dik dik bakanlar vardı.
Turgut Bey'in basın toplantısında, gazetecilerin sigara içmediklerini görüyordum TV’den, Ramazan olmasa öyle mi olurdu?
İftarlar da bana, bir başka sömürü fırsatı gibi geldi. Oruçlu olmayanlar da, iftar saatinin gelmesini beklediler, çatallara, bıçaklara bakıp...
Doğru Yol Partisi’nin iftarından sonra, Turgut Bey'in iftarına gittim. Çorbadan başlandı. Tıka basa doydu herkes. Kura ile oturuluyordu masalara. Yanıma Halil Şıvgın düşmüştü. Sağda solda da ANAP'lılar, bakanlar vardı...
İftar bahaneydi galiba, Turgut Bey’in söyleyecekleri vardı. Gerçekten rahat konuşuyordu. Keyifleniyor, gülüyor, gelecekten umutlu gözüküyordu. Toplantının sonuna dek konuşulan konu, ekonomiydi. Enflasyondan, yaşam güçlüğüne dek, her şey soruldu. Düşünüyordum: Turgut Bey, hükümete sadece ekonomik sorunları çözmek için gelmemişti. Ülkenin sosyal sıkıntıları, tedirginlikleri vardı. Dışarıdan ülke nasıl görünüyordu? Elimi kaldırdım, düşündüklerimi sordum. Bunu bekliyor gibiydi. Rahat yanıtlar veriyordu. Dışarıdan gelen eleştirilerin bazıları kasıtlıydı, durum o denli de kötü değildi. Özgürlükleri de "adım adım" elde edecektik, "bir adım daha..." diyordu. Nerelerden geldiğimizi unutmamalıydık. İçimden, Turgut Bey'e katılmıyordum. Dışarıdan gelen her eleştiri neden kasıtlı olsun? Usumdan, “dost acı söyler" atasözünü geçiriyordum. Eleştiriliyorsak, "uygar dünyanın beğenisini kazanmak için ne yapmalıyız?" diye düşünmeli değil miyiz? diyelim, Amerika dostumuz bizi övüyor da ne oluyor? Oradaki Ermeni öç anıtları, dikili durmuyor mu?
İnsanlar dünyada yalnız olmadıkları gibi, ülkeler de yalnız başlarına değillerdir. Ülkeler arasında, dayanışmayı, barışı, dostluğu, demokrasiyi pekiştirecek olan o ülkelerin yazarları, sanatçıları, aydınlandır. Yönetimlerin işine gelmedi diye, bir görüşü yadsıyıp atamayız, atmamalıyız. Bayrama bu düşüncelerle girmek istedim. Bayramlarda cezaevlerinde yatanların bayramını kutlamak gibi, güzel bir geleneğimiz var. Dilerim bu bayramda da, mahpuslar, ayırım gözetilmeksizin yakınlarıyla yüz yüze, yan yana bayramlaşırlar...
Ramazanda iftarlardan başka kokteyllere de gittim. Yunanlı gazeteci, Atina Haber Ajansı'nın temsilcisi Alkis Kourkoulas'ın, Agence France Press’in yönetmem Serge Arnold'un, Kanada Büyükelçisi Mr.Gilles'in kokteylleri ilginçti. İkinci Uluslararası Simavi Karikatür Yarışması ödülleri dolayısıyla Ankara Resim Heykel Müzesi'nde verilen kokteyl, gerçekten uluslararası nitelikteydi. Birinciliği alan Gürbüz Doğan Ekşioğlu'nun "barış" karikatürü, insanlığın mutluluğu için barışa düşen görevi simgeliyordu. Bir ak güvercin, zeytin ağacını köküyle sökmüş, uçuyordu. Barıştan yana olanların işi kolay değil demek istemiş sanatçı. Barış, tüm ülkelerin, insanlığın öz malı olduktan sonra, gerçekten bayram yapılabilir...