Aynı kızı sevenler...

Yıldırım Avcı’nın, son gezisine çıkmazdan önce, "RV”de gazetecilere verdiği akşam yemeğindeyiz Yıldırım Avcı, önceden gelmiş konuklarını karşılıyor. "RV" Ankara'nın lüks diye bilinen lokantası, sahipleri Piknik'in eski sahipleri Reşat Bey'le Vedat Bey yıllar öncesinden tanıyorum. Adlarının baş harfleri “r" ile “v”ya, olmuş lokanta "RV". Daha fiyakalı olsun diye, sosyete buna "Ar-W" diyor. Oysa, Türkçe okunuşuyla “ReVe” denmesi gerekirdi. Bir başka örnek, televizyonda da, haber okuyucu ''Te-Ve” değil, "Ti-Vi" diyor. Türkçede "ti" harfi, "yi" harfi yok ki...
Yıldırım Avcı’nın yakasında, "Doğru Yol Partisi”nin simgesi var, bazılarında yoktu. Arananlar vardı, yakalarına takmak için; Avcı
Benden de alıyorlar, dedi, kapışıyorlar.
Teomal Erel de var, dinliyoruz; Yıldırım Avcı, İstanbul'da Celal Bey'le görüşürken, onun da yakasına DYP'nin simgesini takmak istemiş. Celal Bey, DYP simgesini masanın üstüne koymuş
İnceleyeyim! Demiş. Elbette o, "inceleyeyim" dememiş de "tetkik edeyim" demiş; ben Türkçeleştirdim! Sonra, Yıldırım Avcı'ya şöyle demiş:
1946-50 arasıydı, CHP iktidarıyla aramızda çekişmeler var, bu arada "muvazaa" iddiaları var. Bir gün Cumhurbaşkanı İnönü'ye, Çankaya'ya çağrıldım. Giderken "DP”nin rozetini de götürmüştüm İnönü'ye rozetimizi verdim, yakasına takmasını bekledim. Masanın üstüne koydu:
Tetkik edeyim! dedi
Daha sonra Avcı gülerek “Bayar ertesi akşam yemeğe geldiğinde baktım, rozetimizi yakasına takmıştı" dedi
DYP yemeğinde söyleşiler sıkıcı değildi doğrusu. Seyfi Öztürk'le Niyazi Bicioğlu'yla konuştuk. a.a. genel müdürü Hüsamettin Çelebi’yle birbirimize karşılıklı ufak taşlar atıyoruz, yemekte yanımda Turgay Uçöz'le Mümtaz Soysal vardı. Mümtaz erken kalktı, çıktı...
Seçimlerde ANAP, Doğru Yol, Refah Partisi sağın oylarını istiyor; SODEP ile Halkçı da, solun.
Hafta ortasında Melih Cevdet Anday'la, Oktay Akbal Ankara'ya gelmişlerdi. "Dost” kitabevi'nde "Adam Yayıncılık"ta çıkan yapıtlarını imzaladılar. Daha sonra "Evrensel "de imzaladılar. Böylece iki gün üst üste oldu. Birlikteydik. Büroda merdivenleri inerken Anday, kolumu tutuyordu, şöyle dedi:
Tansiyonum var, onun için merdivenden dikkatli iniyorum. Çıkarken bir sorun yok, rahat çıkıyorum... Sonra mırıldanarak:
Ağır ağır ineceksin bu merdivenlerden… diye ekledi.
Söyleşip, gülüşüyorduk. O Ankara'yla ilgili anılarını anlatıyordu. Yılları geçmişti burada Orhan Veli’yle, Oktay Rıfat'la. Nurallah Ataç’la.
Nurullah Ataç, zaman zaman yolda bir türkü tuttururmuş, oysa, sesi de o denli güzel değilmiş. Bir gün yine, bağıra bağıra söylemeye başlamış:
Yavuz geliyor Yavuz da, denizi yara yaraaa…
Ne oluyor? derken, bakmışlar karşıdan Yavuz Abadan geliyor!
"Evrenselin yöneticisi Serpil Bozer'in Washington Restaurant'da verdiği yemekteyiz, İlber Ortaylı'yla bir arkadaşımız daha var. Melih Cevdet'e pat diye sordum:
Siz Orhan Veli’yle aynı kızı sevmişsiniz, öyle mi?
Evet! dedi Melih Cevdet...
Orhan Veli, şiirin adı sanıyorum, "Oktay'a mektup” olacak, öyle der, Ankara'dan yazar:
Bugünlerde Melih’le ben, aynı kızı seviyoruz...
Melih Cevdet, ekledi
Olayın daha ilginç bir yanı var, bir gün Orhan'la "Özen Pastanesi”nde otururken. Hasan  li Yücel geldi, o zaman bakan, şöyle dedi:
Yahu siz, aynı kızı seviyormuşsunuz, neden birbirinizi öldürmüyorsunuz?
Melih Cevdet'in o zaman usuna gelmemiş Hasan  li Yücel'e söylemek. Hasan  li Yücel de güzel "b"yi severmiş:, "Sen bezmimize geldiğin akşam neler olmaz" dizesi "b" için yazılmış "b" sonra, ünlü bir profesörle evlenmiş, "b" de, kızı da güzelmiş!
O gün 7 marttı, rastlantı ya doğum günüm. Melih Cevdet de. Oktay Akbal da takılıyorlardı:
İyi ki doğdun Ekmekçi! Diye. Doğum günümse uyduruk! Nüfus cüzdanımda, iki yaş büyüğüm olan ablamla ikiz gösteriliyorum. Oysa değil, anlatıyorum, gülüyorlar:
—Olsun, diyorlar, haydi nice yıllara...
O gün, “Sanatevi"de iki yaşına bastı. O gece, "Ortadirek Hamdi" oyununa gittim. Siyasal bir güldürü, başarılı. Sahnedekilerle seyirciler, bütünleşiveriyorlar sanki. Bu, demokratikleşmeye doğru gidişin simgesi gibi...
Perşembe akşamı "Dedeman da, ANAP Genel Başkanı, Başbakan Turgut Özal'ın çağrısı vardı, büyük kent belediye başkanlarıyla tanışma filan. Özal kısa sürede, terletilmiş gibi, bunalmış gibi geldi ...
Bir okul arkadaşıma sormuştum:
Turgut Özal’ı okuldan anımsıyor musun? Nasıldı?
Vallahi demişti arkadaşım, benim belleğimde hep, ikide bir pantolonunu çeken bir çocuk kalmış ...
Bu alışkanlığını bırakmamış, hâlâ arada bir, elinde olmadan pantolonunu çeker gibi yapıyor. Bir tik işte bir özellik...
Özal, ağır eleştirilere uğruyor; pek dokunamıyorum, yıllar önce aynı sıraları paylaştığımızdan mı ne?
İlhami'yle konuştum telefonda, yoğun bakımdan çıkarıp odaya almışlar; pazartesi günü taburcu olacakmış. İyileşiyor demektir artık...
Yalçın Küçük, bir davasından aklanıp çıktığı için keyifliydi. Beş çanta dolusu kitapla. Ankara'dan uzak bir yere gitti. Orada "Aydın üzerine tezler”i yazıp bitirecekmiş.
Elim değmedi yazamadım. Yunan Basın Ataşesi Papaeftimuou'nun evinde verdiği kokteyli anlatacaktım. Orada Yunan Büyükelçisiyle yaptığımız konuşmaları ona:
İki ulus arasında dostluğu, siz diplomatlar, politikacılar değil biz yazarlar, gazeteciler gerçekleştirebiliriz demiştim.
Büyükelçi yeni gelmişti, iki ay olmuştu. İstanbul'u daha önce görmüştü bir kez ancak. Ankara'yı yeni görüyordu. Türkçe konuşuyordum. Bayan Mako, Rumcaya çeviriyordu. Kimileyin İngilizce sürüyordu konuşma.
Mustafa Kemal'le Venizelos'un yaptıklarını niye yapamayalım? Diyordum…
Ama, bunun için önyargılardan, koşullar..........urtulmak, sıyrılmak, düşmanlıkları sürdürmeme.......... İki ülkenin basınının, bazı basının da bunda ka..........ları olduğunu biliyordum. Düşmanlıkta yarar u………. Yunan okullarında, çocuklara Türk düşmanlığ……….du...
Ercüment Yavuzalp anlattı, bir örneğini. ……….ulunduğu sırada geçmiş olay, şöyle: Rum kesim……….la bilgi yarışmasında, öğretmen sormuş:
İsa’yı çarmıha kim gerdi? Bir öğrenci, şöyle karşılık vermiş:
Türkler!
Öğretmen, öğrenciye şöyle demiş:
Bu yanıt, sorunun yanıtı değil ancak en büyük düşmanımızın kim olduğunu bildiğin için, sana tam not veriyorum!
Yunan Hükümetinin, Türkiye'ye geleli iki ay olan büyükelçisini geri çağırdığını öğrendiğim zaman, gerçekten üzüldüm. Elimde bir dal kırılmış gibiydi...