Aydın Çubukçu'yla söyleşiyi sürdürüyorum; soruyorum:
Bir genel af, diye düşünüyorum. Sanıyorum herkesin kafasında bu var: Mecliste var, partilerde var; “Başka yol yok" filan deniyor. Bir de şu var; yarın cezaevlerinde "Biz af istemeyiz: Biz suçlu değiliz gibi. Yani bu... (Adalet Bakanı Sungurlu da açıkladı, “Af için kolları sıvadık!" dedi. Semranım'ın ANAP İstanbul il başkanlığı serüveni, bu duruma gelince, af ne olur acaba? Her şey, biraz tezgâh da... Ben, Aydın Çubukçu'yu dinliyorum...)
O, küçük bir azınlıktır Ekmekçi; yani, af şöyle: "özgürlük istiyoruz!" diyor adam. "Ben bunu ister kaçarak elde ederim, isterse devletin açtığı bir af ile sağlarım" diyor. Af, iyi olur ama.
Çıkarken, herkese soruyorum, "Ne istersin?" falan diye. Bir arkadaşım şöyle bir espri yaptı: "Ben, dedi, bir şey istemiyorum; dışarıda gördüğün herkese şunu söyle: “Bu adamlar, artık yatamıyor. Ya-ta-mı-yooor!” Bunu söyle! (Gülüyor Aydın) Şimdi, yatmak, yamamak bir şey meselesidir!” diyen adam, artık çürümeye başlamıştır. Yani, dışarıyı aşırı derecede özlemek, içeride yapabileceklerini hep ertelemek ve işsiz, güçsüz dolaşmak cezaevinde iyi görülmez ve kimse "yatamıyorum!” demez, diyemez. Ayıptır çünkü. O arkadaş bunu söyledi: "Ben de herkes adına söylüyorum, bunlar söylemezler ama, ben söylüyorum, “Yatamıyoruz kardeşim, bitti bu iş, yeter artık!" diyor. İşin esprisi ama şöyle bir şey var: Gerçekten çok korktum; 10 yılı geçti herkes. Bu çok fazla bir ceza. Yani ben, 19 yıl yattım, bir 19 yıl hadi, gözüm kesiyor, yatarım ama, yani niye yatılsın ki? Bir nedeni kalmadı. Ayıp, gerçekten ayıp! (Ceza ve Tutukevleri Genel Müdürü Atila Bengü'yle konuşurken, yanımızda bulunan yardımcısı, Hüseyin Turgut'a sormuştum; "Cezaevinde ne kadar yatabilirsiniz?" diye; "Beş yıl" yanıtını vermişti. Beş yıldan sonrası çoktu.)
Peki Aydın, bunu savaşa da benzetebilir miyiz? Adam içeride yaşama savaşı veriyor bir anlamda...
Evet...
Belki de yani korkuyorum, intiharlar, cana kıymalar filan çoğalabilir buralarda.
Çıkanlarda çok oluyor intihar!
Dışarı çıkanlarda mı? Onu bilmiyordum.
Birkaç arkadaşımı aradım, “intihar etti!" dediler.
Allah, Allah!
Evet. Bilmiyorum neden insanlar; içeride de oluyor. Son Bartın'da bir arkadaş intihar etti. Azmi Mat. İlanları filan çıktı Cumhuriyet’te. Yakın oldu, geçen ay. İçeride fazla olmuyor intihar. Yani, o baskı dönemlerinde; "yeter artık yani öleyim daha iyi!" deyip intihar edenler oldu. Ama, şu dönem fazla olmuyordu. Azmi Mat. bir istisna! dışarı çıkınca intihar edenler çok.
Dışarı çıkınca uyum sağlayamıyor belli ki. Bazı küçük şeyler insanı mutlu eder biliyor musun? Örneğin, oyunlarını oynamak, vb. gibi. Var mı öyle şeyler? Sabahleyin kalktığında ne yapıyorsun, örneğin?
Benim kendi programım biraz daha farklıydı; yani, çok uzun saatler, çalışmayı isteyerek güne başlıyordum. Sabah erken, yedi buçuk sekiz, kahvaltı dokuz; mutlaka masamın başında olmak isterim. Ondan sonra da okuyacağım şeyler; bunlar akşama dek doldurur; bütün zamanımı doldurur. Bu arada eğer, çok ısrar ederlerse top falan oynarım. Tabii, daha önceki yıllar, daha sık spor yapıyordum, top oynuyordum, falan ama, son zamanlarda birkaç açlık grevinden sonra, bedensel olarak da pek yapamaz hale geldik. Hemen hemen herkesin mutlaka bir günlük programı vardır. Bazılar elişi yapar, bazıları okur, yazar, az bir grup da sohbetle, bilmem neyle geçirir, o alışkanlıkları oluşmuştur işte. Odadan odaya ziyaretlere gidilir, çaylar demlenir, konuşulur falan da öyle. "Hanımların günü gibi” deriz biz onlara, dalga geçeriz. Bir de öyle grup vardır ama, herkesin bir programı vardır. Gerçekten belirli bir programı olmayan, gününü nasıl geçireceğine, sabahtan karar vermeyi başaramamış olan hapı yutar, aptallaşır. İlişkileri, ilgileri dağılır. Kabuğuna çekilir, yatağından canı çıkmak istemez, öyle insanlar da vardı; herkesle geçimsizdir, herkesle kavga eder, öyle tipler var. Ama, belli bir programa, çalışma esasına göre yaşayan insan da sorun olmuyor.
Size verilen yemekler nasıldı? Yani...
Fena değildi, yemek iyiydi.
Et veriyorlar mıydı?
Dayak çok sert, yemek çok iyi olur!
Allah, Allah!
O azaldıkça dengeye kavuşur, öyle bir şey var, bilmiyorum, askeri cezaevlerinde de sivil cezaevlerinde de baskı ne denli yoğun, koyuysa yemek o denli kaliteli olur. (Kendimi tutamayıp gülüyorum!)
İnsanın güleceği geliyor!
Bir kural bu! (Aydın da gülüyor) Örneğin, Diyarbakır’dan da arkadaşlar, öyle anlatıyorlar; "en feci dayakları yediğimiz zaman, diyorlar kızartma et, baklava gelir, aşureler gelir, bilmem ne. Yeriz, moralimiz düzelir, yeni bir dayağa hazır oluruz!'' Belki onun için, belki bildikleri başka bir şey var, bilmiyorum ama, dayak iyiyse, yemek de iyidir!
7 Mart 1991, Cumhuriyet