Aydın Çubukçu'yla Söyleşi: (5) ‘Bey’den, ‘Eşşoğlueşşek’e.

Aydın Çubukçu'yla, bundan sonraki söyleşiyi, bizim evde çalışma odasında sürdürdük. 19 yıl 4 günlük mahpusluktan sonra özgürlüğüne kavuşan Aydın Çubukçu'ya, cezaevine ilişkin, merak ettiğim soruları soruyordum.
Görüş filan nasıl oluyordu?
Çok kötü! Yani, çoğu on dakika, bizde on dakikaydı da. (İki elini yaklaştırarak) Şu kadarlık bir şey, karanlık; görüşmecinin yüzünü doğru dürüst göremezsin. Kimse kimseyi göremez. “Haydi bitti, haydi bitti!", "Onu söyleme!”, "Bunu söyleme!" O hayhuy içinde geçerdi. Diyarbakır'dan Malatsanlarla konuştum, yani Diyarbakır... Diyarbakır'dan Malatya'ya sevk edilmişler, “Oh yahu, tahliye olmuş gibi oldum!” diyorlardı. Bizim o "Çok cehennem" dediğimiz yere gelince adamcağız “Tahliye olmuş gibi oldum!" diyordu. Düşün yani, biz Malatya'dan hiç memnun değildik, Malatya çok kötüydü; Diyarbakır'dan oraya gelen, “Tahliye oldum!” diye seviniyordu. “Olmuş gibi oldum” diye. Şimdi, buralardan geçildi, bugün geldiği yer cezaevlerinin...
Ne yapılabilir?
İnsanlar, kitaplarını okuyorlar; bizim cezaevinde 4-5 tane bilgisayar vardı; odalarımız... Bu büyüklükte bir odada dört arkadaş kalıyorduk, ikili kalan vardı...
Hep bizim odayı küçük gösteriyorsun! (Gülüşmeler)
Sana samimi söyleyeyim, burası cezaevindeki odama benziyor. Yalnız şu yok işte! (Bahçeyi gösteriyor)
Yeşillik.
Pencereler küçük, böyle bir yerdi. Kitaplarıyla, bilmem, halısıyla, şusuyla, busuyla, böyle bir yere geldik; oralardan geçip buralara geldik. Ama insanlar öldü. Kamuoyu tepkileri, bilmem nelerle mücadele, direniş, bunu elde etti. Mahkûm bugün bunu elde etti; ama hiç güvencesi yok; ince bir kıl üzerindedir. Denge hemen bozulabilir. Ve her şey eskisine dönüşebilir. 1988’de, 1987'de galiba, eylül ayında yine bu durumdaydı, yaşıyoruz, bir girdiler 25 eylülde, vur patlasın, çal oynasın, tek bir şey kalmadı, tek çöpümüz kalmadı!
Yani, yıkıp, döküp bir günde...
Her şeyi altüst ettiler. Açlık grevi, bilmem ne, bir ay sonra tekrar eski konumumuza geldik.
Yani, savaşım vermeden hiçbir şey alınmıyor mu?
Hiçbir şey! Kesinlikle yok, kesinlikle...
Örneğin, şunu düşünüyorlar mı? Oradaki siyasal hükümlüler, toplumun aydın kesiminden geliyorlar; bunlar uyanık, okuyan, yazan insanlar. "Bunlara hiç olmazsa daha şey davranalım!" demiyorlar mı?
İlk girdiğimiz yıllarda bu tam vardı. Gerçekten değer veriliyordu. Konuşurken, "Bey" diye hitap ediliyordu. Üniversite öğrencileriydik, falan, filan. Yani 12 Mart'ta öyleydi. 12 Eylülde "Bey” filan yok, “eşşoğlueşşek" var. Herkes, "eşşoğlueşşek", öyle bir dönem. Şöyle bir fark yaşandı; yeni, 12 Eylül’de artık karşısında siyasi mahkûm falan bulunduğuna inanmıyordu ya da öyle kabul etmek işine gelmiyordu. 12 Mart'ta dediğim gibi yani, Denizler'in arkadaşıyız falan, filan, ama bir değer verme söz konusu; askeri cezainde de. Albayından, bilmem kime, herkes saygıyla yaklaşıyordu. İyiydi ilişkiler. Ondan sonra o gitti, yani haksızlığa uğramış aydın görüntüsü kaybolmaya başladı bide ve “eşşeoğlueşşekler”, “vatan hainleri" aldı onların yerini! Bunların nedenleri çoktur elbette; yani yaşanan süreçler bakımından. Bir kere, 1970 öncesinde yaygın bir sempati vardı. Neden öyle oldu? Pek çok açıdan açıklanabilir. Ama 12 Eylül'de devrimcilik çok yıpranarak o sürece girdi. Kaybetmesinin başlıca nedenlerinden biri bu oldu sanıyorum. Yani insan karşısında siyasi düşüncelerinden dolayı eylem yapmış bir insanı değil de dolaysız olarak bir katil, bir soyguncu vs. görmeye başladı. Tabii, bunda siyasetin de rolü var; ülke nasıl yönetilecek bundan sonra? Bunların yeri nedir, sorusuna verilmiş yanıtlar nedir? “Eşşoğlueşşekler" olarak adlandırılmamızın birbiriyle ilgisi var. Düşünsene 12 Mart’tan nasıl çıktık? Ecevit aracılığıyla çıktık; 12 Eylül'den nasıl çıkıyoruz? Özal aracılığıyla! Bu bir kalite, bir politika göstergesidir.
İçeriden dışarısı nasıl değerlendirilebilir?
Savaş var! (Konuştuğumuz sırada vardı) Unutuluyor insanlar...
12 Mart-12 Eylül adaletine gelelim...
12 Mart, 12 Eylül kavramları yerine, 12 Mart, 12 Eylül politikaları diye düşünüp değerlendirmek daha doğru olur, düşüncesindeyim. İnsanların yaşamı üzerinde rol oynayan şeyler, doğrudan doğruya karşılıklı politikalar. Yasalarda, tüzüklerde, hukukla bendenmiş ilişkilerin dışında, karşılıklı herkesin birbirini nasıl değerlendirdiği önem kazanıyor ve bu açıdan insanlar, birbirlerine bir şeyler yapıyorlar. Suç ve ceza kavramı yerine, politikadaki uygulamalardan söz etmek daha doğru olur. Elbette, kurulmuş, müesses hukuk nizamı açısından dahi bakıldığında, hukukun, yasaların bir anlamı olmalı ve o açıdan da 12 Mart ve 12 Eylül uygulamaları değerlendirilmeli ama böyle yapıldığında da pek çok haksızlık, o yasalar açısından yasasızlık görülecektir; bu değerlendirmedir, yapılmalıdır. Ama asıl politikalar açısından yapılacak değerlendirme bence önemlidir...