İstanbul Tabip Odası Başkanı Prof. Dr. Selçuk Apak'ın kısa mektubu, çok sevindirdi beni. Mektup şöyleydi:
“Sn. Mustafa Ekmekçi,
Cumhuriyet Gazetesi,
Cağaloğlu-İstanbul.
Sağlık çalışanları sorunlarını ele alan köşe yazılarınızı dikkatle izliyoruz. Savaş nedeniyle evlerinden, işlerinden apar topar toplanan 4000’e yakın sağlık çalışanının nasıl bir perişanlık içinde yaşadığını belirten ye bunu sağlıklı biçimde ele alan tek köşe yazarı olarak size İstanbul Tabip Odası ve tüm meslektaşlarımız adına teşekkür ederiz.
Ümidimiz ve arzumuz, bu aydınlatıcı ve dolayısıyla sağlık işçilerinin haklarını koruyucu yazılarınızın devamıdır. Saygılarımızla."
Güneydoğu'ya apar topar gönderilen ve ortalıkta bırakılan sağınların, bacıların, tüm sağlıkçıların sorunlarına eğilmekle, bir gazeteci, yazar olarak görev yaptığım kanısındayım. Gidenlerin bir özellikleri daha vardır, benim sezdiğim, bunların çoğu bizim okurlarımızdır. Cumhuriyet’in okurlarını yüzüstü bırakabilir miyiz hiç? Bu konuda elimde bilgiler çoğaldı. Selim Ölçer'in 26 şubat günü, Cumhuriyet’te çıkan yazısını kaçırdıysanız, bulup okuyun, ilginç şeyler bulacaksınız. Prof. Selçuk Apak'ın mektubu, geç elime geçti; belli ki benim Ankara'da çalıştığımı bilmiyorlar. Konuya eğilen tek köşe yazarı ben değilim. Emin Çölaşan da yazdı; kimsenin hakkını yemek islemem...
Aydın Çubukçu'ya sordum:
Peki, dendi ki, cezaevlerine ruhbilimciler (psikologlar) gidecek, bilmem neler olacak; o uygulama nasıl? Böyle bir şey var mı?
1980-85 arasında uygulandı; psikolog olsun, psikiyatrisi olsun, hatta, uzman psikiyatrisi düzeyinde Malatya'da bir adamcağız vardı, o olsun; bunların görevi, idarenin uygulamaları karşısında, mahkûmun takındığı ve takınacağı tavrı önceden kestirmeye çalışmaktan ibarettir. Yani mahkûma yardımcı olmaktan çok, idareye yardımcı personeldir bunlar. Herhangi bir sorun olursa, sorun olur falan, çözmeye çalışmaz. Ama onun ruhsal durumunun nasıl değerlendirileceği hakkında, “idare"ye bir görüş bildirir. “Şöyle davran", “Böyle davran” diye. Yani "Az döv..”, "Çok döv!", “Böyle davran", yahut "Müşahade hücresinde yatmasın da koğuşta yatsın!” Buna karar verirken psikiyatriste yahut psikoloğa danışılır. Uygulama buydu. Yani onun sorunlarıyla ilgilenmek, biraz daha iyileşmesine, hapishanede daha biraz soluk alabilir durumda olmasına hizmet etmek gibi şeyler yapmadılar bu insanlar...
Öğretmenler geldi; “ille de din dersi okuyacaksın!”, “Eee, okumuyorum!”, “Okuyacaksın!” Okumayan teslim edilir falakaya! Çok insan...
Siyasi hükümlüler için de aynı şey söz konusu mu?
Tabii, tabii... Malatya, sırf siyasi cezaeviydi, 85’e kadar. Ondan sonra adi mahkûmlar gelmeye başladı... İstiklal marşı, din dersi, yemek duası! İşte ne bileyim; mühendisi var, kimyageri var, var var... Bunlara lise düzeyinde sosyoloji dersi, yurttaşlık bilgisi dersi, bunlar... Giren, kendi ruhundan kaybeder, girmeyen sopa yer! İkisinden birini seçmek zorundasın. Ya gireceksin, orada nizami şekilde oturulacak, böyle ders dinlenecek, ne anlamıyorsa. Ders dinleme falan değil; sabah, öğle, akşam, işte yemek duası yapılıyor. İstiklal marşı söyleniyor günde 3-4 kez. Ya bunları yapacaksın, ama sopa yemeyeceksin ya da "Bunları yapmıyorum kardeşim!" diyeceksin, sopa yiyip rahat yatacaksın! Müşahadede bizim durumumuz oydu.
Malatya'da?
Malatya'da müşahade hücresinde ben 25 yıl kaldım; bunların hiçbirini yapmadım. Fazla sopa yemedim. Yani ben Ertuğrul (Kürkçü) falan gibi, “eskiler" dedikleri kişileri, attılar bir kenara, dövmediler de ilgilenmediler de. Ama yanımızdaki çocuklar her gün, her saat sopa yediler. Bence, kendimin sopa yemesinden çok daha acı verici bir şey. Buna dayanmak çok güç. Gözünün önünde gelip, alıp bağırla bağıda falakaya yatırıyorlar, hakaret ediyorlar.
Kimler yapıyor bunu? Gardiyanlar mı?
Gardiyanlar, müdürler! Şöyle ilginç bir şey vardı; Malatya cezaevinde, bir MSP'li, bir MHP'li, bir sosyal demokrat, bir de Atatürkçü müdür, dört tane müdür, böyle özel olarak siyasi görüşleri seçilmiş, bir tane de başmüdür vardı; dört yardımcı, bir başmüdür; tıpkı ANAP kurulmadan önce, ANAP'ın kombinezonunu orada gördük. Dedik ki:
Bu ANAP, gerçekten cezaevini yönetme anlayışı neyse, ona göre kurulmuş! Türkiye'yi yönetmek üzere kurulmuş diye esprisini yapmıştık. Bunların hepsi aynı şeyi yaparlar, ama hani "solcuyum” diyen adamcağız da sana sopayı basar; gerçi, sağcısı da gelir sopayı basar. Ama biraz dilinden anlar. Öğüt verirken, kendi kavramlarını kullanır çocukların. Yönetimi kolaylaştırıcı bir yönü vardı, yaşamı da zorlaştırıcı. İyice içinden çıkılmaz hale getiriyordu. Tabii, Mamak, Diyarbakır vs. gibi değildi Malatya. Oralar birer cehennemdi!
* * *
Hacı TÖ, Kaya Toperi'nin ağzından, Cumhuriyet’in bir haberini yalanladı. Yalanlanan haber, 28 şubat günü çıkan, Özal'ın "Böyle hükümet olmaz" dediğine ilişkin haberdi. Yalanlamayı duyan Torbalı Belediye Başkanı Ertan Ünver:
Allah dedi, Cumhuriyet’in tirajı artar açıklama buna yarar!
Uluslararası ödül kazanmış bir bilim adamı 1983 yılında uluslararası bir toplantıya sunulan bildirisinde, "By-Pass'ın karşı betimleri" konusunda, bir yerde özetle şöyle demişti:
“Bazen narkoz ve benzeri zehirlenmelerde cortex (beyin kabuğu) ile limbik (kenar) sistem arasındaki, dolayısıyla düşüncelerle duygular arasındaki göreli uyum bozulur. Cortex ile limbik sistemi arasındaki kopukluğun en dramatik örneği, kişinin kendi kimliğini algılayamaması ile ortaya çıkan depersonalisation (kişilik parçalanması) olgusudur. Bazı uç durumlarda ise görülene inanma yerine, inanılanı görme biçiminde bir karışıklık yaşanır."
3 Mart 1991, Cumhuriyet