Aydın Çubukçu’yla Söyleşi... (1)

Aydın Çubukçu, 19 yıl 4 gün sonra, Gaziantep Özel Tip Cezaevinden çıktı. Arkadaşları:
Kara savaşı başlamadan çık; yoksa çıkamazsın demişlerdi. Aydın, savaştan önce çıkmayı becerdi.
Düşünüyordum; “kara savaşı" buyruğunu, İbn-i Bush, yani "Çalının oğlu" verecek; Schwartzkopf, Türkçesiyle "Kara baş” uygulayacaktı. Amerikalılar, "Kara baş”a, "Çöl ayısı" da diyorlardı.
Hinthorozu Erdal Bey, cuma günü, Türk-İş, Eğitim-İş, Mülkiyeliler Birliği gibi üç kuruluşa gitti. Bu geziler daha sürecekti. Erdal Bey'e, söyleşi sırasında, hükümette ANAP'ta olup bitenlere ne diyeceğini sordum; "traji-komik" diye karşılık verdi. İktidara geldiklerinde. Hacı TÖ'yü, "Yüce Divan"a göndereceklerdi...
Cuma öğleden sonra Cumhuriyet’teki, küçük odada bir kaç arkadaş oturup söyleşiyorduk. İçeri otuz yaşlarında var yok, bir genç girdi. Bilmiyordum. 1947 doğumluymuş...
Ben, dedi, Aydın Çubukçu!
Aydın Çubukçu'yu hiç görmemiştim. Ama tanıyordum. 12 Martlardan beri içeride yatıyordu. Emrecan'ın babası! Kucaklaştık. Talip Apaydın da var, sonra Mehmet Aydın, savunman. Cemalettin Gürtek, Sacit Somel, Abdülbaki Cebeci de geldiler. Aydın Çubukçu'yla söyleşiyoruz. Aydın:
Tam 19 yıl 4 gün oldu; 1972'nin şubatında girdim! diyor.
Hangi maddelerden yargılanmıştın?
146/1. Önce idama hüküm giydim. 1974 affıyla 30 yıla düştü. Cezaevindeyken yeni bir ceza aldım. Böylece geldik işte... 19 yılı tamamladım çıktım!
Senden başka kaldı mı 12 Mart'tan kimse?
En son ben! 12 Mart döneminin kilidini kapadım, çıktım. Artık yok!
Oradakilerin durumu nasıl? Cezaevinin durumu ile ilgili biraz bilgi verir misin?
Şu anda cezaevi gergin bir bekleyiş içinde.
Ne gibi?
Bir yandan yeni uygulamalar çıktı söz konusu olabilecek; bir yandan Eskişehir Cezaevi'nin açılmış olması, bir huzursuzluk sebebi. Eskişehir Cezaevi biliyorsun, "özel tip" cezaevi ve (Güldane Hanım, o sırada çayları getirdi) teşekkür ederim! Yalnızca tek kişilik odalardan oluşuyor, tek kişilik bahçelerden.
Ne demek tek kişilik bahçe?
Yani, bu kadar bir oda! (Benim küçük odayı gösteriyor).
Sen göndün mü?
Hayır. Güneş gazetesinde falan fotoğrafı yayımlanmıştı. Mimari yapısını falan o şekilde öğrendik. Bahçe değil tabii. Tepesi açık sayılır. Çünkü o da tel örgülü. Havadan kapalı. Böyle bir cezaevi. Buraya gönderilme endişesi var. Yeni tipte bir cezaevi. Bilinmedik, beklenmedik pek çok şey söz konusu olacak. Uygulamalar ne olacaktır? Neler dayatılacaktır? Geçmişte yaşananların bir tekrarı olacak mıdır, olmayacak mıdır? Bunlara karşı kamuoyunun tepkisi ne olacaktır? Çünkü bir yandan da cezaevi, kamuoyunda artık fazla ilginç olmaktan çıktı; ya da şöylece diyelim, art arda gelen açlık grevleri vs. Bir kanıksama da oldu. Yani ölüm olmadıkça kimse dönüp bakmıyor! Kuşkusuz, başka bir yol arayışı, yani yapılabilen, yapılacak şeylere karşı koyabilmek, yenebilmek için başka bir yol arayışı söz konusu değil! Cezaevindeki insanlar düşünüyorlar; “Nasıl karşı koyalım, hakları nasıl elde edelim?” Senin karşı olduğunu biliyoruz açlık grevine, ama bu bakımdan söylüyorum, ne yapılabilir? Nasıl sesini duyuracak bu insanlar? Neyle mücadele edebilecekler? ölüm sınırına gelmedikçe... İşte en basitinden kitap girişine izin vermiyor adam.
Cezaevindekilerin istekleri neler?
Şu anda, herhangi bir sıkıntı söz konusu değil; yani kitap girişi serbesttir. Görüşler iyidir. Haberleşme fena değil. Ama bu, kalıcı bir şey değil. Herhangi bir hukuka bağlı değil. Tüzük, yönetmelik maddesi değil. Bugün vardır, yarın keyfi olarak kaldırılabilir. Kimse, “Niye kaldırdın?” diyemez. Bir mahkemeye başvurarak "Benim şu şu haklarım var; bugün artık yok; geri verilsin” diyemeyiz. Bağlanmış değil. Herhangi bir hukuksal zemini, yasal temeli yok. Bunlar konulmamış. Zaman olur, "Haydi her şey serbest!" Zaman olur, "Hepsi yasak!”
Adalet Bakanlığı’nın son genelgesine ne diyorsun?
Bir kere şu, açık biçimde uygulanamaz durumda; cezaevinin bir kesimine açık görüşü vereceksin, diğerine firara girişen, açlık grevi yapan, bunlara vermeyeceksin. Bu olmaz! Çünkü, açlık grevine girmeyen yok zaten birkaç kişi... Bunlara açık görüş verilemez. Cezaevi nüfusunun büyük bir çoğunluğu görüş yapamazken, iki insan çıkıp açık görüş yapamaz! İstese de... İsteyemez zaten içinden gelmez. Dışarıdaki aileler böyle bir şeyi kabul edemez. "Başkalarının çocuğu görüşemiyorsa, ben çocuğumla görüşemem!” diyen çok insan vardır. Bu, uygulanamaz bir şeydir. Yani bu şeyden değil, insanların birbirleri üzerine kurdukları baskı, tehdit, falan, böyle şeyler zaten yok. Ama öyle bir manevi ortam oluşmuştur ki insanlar bunu çiğneyemezler. Ne mahkumlar ne aileleri bu manevi ortamı çiğneyemezler. Dediğim gibi her şey biraz bakanlıktan gelen havaya bakıyor; öbür cezaevleri, Gaziantep gibi pek serbest değil. Herhangi bir cezaevi cehennem de olabilir. İstersen, sen sor.
Sevgi Soysal, kitabında yazar; cezaevinden çıkana arkadaşları, "Arkana bakma!" derlermiş. Sana da dediler mi? Arkasına bakan, yeniden cezaevine geri dönermiş çünkü. Selam yolladılar mı bana? "Bıraksın sağınları, bacıları biraz da bizleri yazsın!” mı dediler?
Herkesin çok selamı, sevgisi var. Her zaman sevilmiştir yazıların. Çünkü, çok zor zamanlarda bile bir moral kaynağı, bir ilginin olduğunu gösteren bir işaret olması bakımından çok sevilir! (Öhö.. öhö!.)