Avustralya’dan yazan İclal Ayık’la bir kez, Avustralya'dayken telefonla konuşmuştuk. Yazdığı mektupla birlikte, yirmi de Avustralya Doları koymuş; şöyle diyor özetle:
"Mustafa Bey,
Size böyle hitap etmek istemezdim. ‘Sevgili dost’, ‘Sevgili abi’, ‘Değerli büyüğüm’ diye başlamayı yeğlerdim; fakat bu size ilk yazışım, beni bağışlayın.
Sizinle telefon konuşması yapmıştım, Sydney'de iken, ben Devrim 'in annesi İclal Ayık; dört yıldır Avustralya’da yaşıyorum. Bu dört yıllık ayrılık, benim sanırım 14 yılıma bedel oldu. Yurdumdan ayrı kalmak beni hasta ve duygusal etti. Etti, derken bu normal çoğu kişide yurtdışına çıkışta görülen bir hastalık ya da duygusallık değil. Benimki aşırı, anormal, cinnettik derecesine erişti, ilk gün sizinle konuşamadığımı anımsarsınız.
Siz, saygıdeğer, aydın gazeteci yazarlar toplumun gözü kulağı ve en büyük toplum araştırmacılarısınız. Benim hakkımda düşündüklerinizi bilmek isterdim. Eğer bana yazacak bir zamanınız olursa, umarım olur, çok mutlu olacağım. Vatanımdan bu kadar uzakta, vatanımın sorunlarını kendi sorunlarımdan daha öncelikle duyduğum ve bu sorunlarımı rahatlıkla yazıp, konuşup bilgi alabileceğim bir kimse yok Türkiye'mde. Oradaki arkadaşlarım köşeyi dönmüş, deveyi düze çıkarmış, ‘Gelen ağam giden paşamdır' diyen takımından. Sizi kendime yakın buldum. Dediğim gibi eğer bana yazma fırsatınız olursa çok mutlu olacağım.
Uğur Mumcu’nun ölümü beni anlatılması imkansız acılara boğdu. 20 yaşındaki yeğenimi faşistler katletti. Ve çok sevdiğim annemi 5 yıl önce yitirdim. Bu iki sevdiğim canım ciğerim yakınlarımın ölümüne duyduğum acı. Uğur’un ölümüne duyduğum acıyla aynı; içim kor ateşi ile yanıyor. Ağlamaktan gözlerime kan geldi. Burda, SBS'de yapılan, Aşkın Bey’in yaptığı radyo konuşmasında, kocam, Uğur anlatılırken hüngür hüngür ağladı ki o çok dirayetli, kendini tutmasını bilirdi; onun ölümü, Atatürk ilke ve devrimlerine bağlı, bir zamanlar çok çekmiş, şimdi ‘yorgun demokrat’ı yaşayan bizler için de bir ölümdü. Korktum, Halkımın üzerine çöken kötülükler, onları yok edecek diye korktum. Gördüm ki Uğur’un ölümü aydın halkımı yine tek yürek, tek fikir olarak birleştirdi. İçimde coşkun umutlar fışkırdı.
Büyük Mumcu için bir dosya hazırladım. Bulabildiğim kadar yazı ve bilgileri bu dosyada topladım. Türk okuluna götürdüm ve bir imza kampanyası başlatmak istedim. O gün kimse yoktu okulda; haftada bir gün bu okul açık olduğu için bu haftaya kaldı. Yurdumu, halkımı düşünen siz aydın insanlar karşısında kendimi suçlu hissediyorum. Bir şeyler yapmak istiyorum, bu suçluluğumu gidermek, kendimi avutmak için. Sürekli okuyorum, Türkiye'deyken çok okurdum, şimdi olanaklarım elverdiğince, bulabildiğimce okuyorum.
Sizden ricam var; ne olursunuz bana yardım edin. Şu anda tek istediğim Uğur'un ölümüyle ilgili Cumhuriyet'te çıkan yazılan ve ölümünden sonra çıkan birkaç gazeteyi, bir de cenaze töreniyle ilgili video kasetini istiyorum. Lütfen, lütfen bana bunları postalayın. Posta masrafı için 20 dolar gönderiyorum, yetmezse yine gönderirim. Belki yazışmalarımız devam eder, size kendimi daha iyi tanıtma fırsatı bulabilirim.
Türk okulunda ‘Laiklik ve Uğur Mumcu’ adlı bir sempozyum hazırlayacağız. Kocam, ben ve kızım Devrim bu konuyla ilgili çalışmalar yapıyoruz. Bir de video kaseti hazırlayıp buradaki Türklere TV'den izlettireceğiz. Bunun için yardımınıza ihtiyacımız var.
Kendinize iyi bakın. Devletimizin gösteremediği, sağlayamadığı güvenliği, siz gazeteciler, yazarlar birbirinize sağlayınız. Şu anda duyduğum diğer bir kaygım, üzüntüm Aziz Nesin için. Ona birtakım tehditlerin geldiğini okudum, sizi sizlere emanet eder, saygı, sevgi ve hasrette ellerinizden öperim..."
İclal Ayık'ın istediklerini yollamaya çalışacağım.
İclal Ayık’a, yalnız benim yazmam yetmez diye düşündüm. O nedenle, adresini yazıyorum, "İclal Ayık, 2 Wallace Road, Elizabeth Vale 5112, S. A. Australia."
Gerici akımlara karşı toplumun baskısı giderek belirginleşiyor. İllerde, ilçelerde dini baskılarla inançları çıkarlara, özellikle siyasal çıkarlara araç etmek isteyenlerin gözlerden kaçmaması, kamuoyunda uyanık aydınların, özellikle Cumhuriyet okurlarının olayı hemen Cumhuriyet’e ulaştırma bilinçleri övgüye değer. Bu arada. “Atatürkçü Düşünce Derneği" üyelerinin laikliğe sahip çıkmada bir çeşit "öncü" rolü oynadıkları görülüyor. Bu çabaları da kutlamak gerek. Atatürk'ü, Atatürkçülüğü karalamayı amaç edindiği ileri sürülen "Sürgün" filmi Kültür Bakanlığı'nın sıkı denetimine takıldığı halde, Milli Eğitim Bakanlığı'nın bunu okullar için önermiş olması, gösterilmesi şaşırtıcıdır. Oldu olacak bari, “Karases"in, "Said-i Nursi"nin filmlerini de göstersinler okul çocuklarına...
Kuran kurslarının temel eğitim okulları kapsamına alınmak istenmesi de geniş tepkilere yol açtı. Bu tepkilerin yoğunluğu da bu konudaki bilinçlenmenin yabana atılmayacak dereceye geldiğini gösterir.
Ankara’nın göbeğinde, Ahmet Cevdet Paşa İlköğretim Okulu'nda, sabahları derslere 20 dakika erken başlanıp, öğrencilerin "soluklanma" sürelerinin 15 dakikadan 5 dakikaya indirilmesi göze çarptı. “Bu ne ola ki" derken sorunun namaz vakitlerini, ders ve soluklanma saatlerini ayarlamaktan doğduğu anlaşıldı. Bu ne menem şey? Ders saati, namaz vakitlerine göre mi ayarlanırmış? Medrese mi burası?
7 Mart 1993, Cumhuriyet