Atatürk'ten Anılar

Mustafa Kemal Paşa, ordu Komutan vekilliği yaptığı Bitlis’te, not defterine 16 Kasım 1916’de şunları yazar:

«Geceyi fena geçirmedim, öksürük seyrek ve hafif idi Tamamen uykuya mani olmadı. Gündüz öğleden evvel fırka kumandanını makamında ziyaret fırkanın tertibatında icrayı tadilat lüzumundan bahis.

Badehu Bitlis’teki hastaneleri teftiş ettim.. Temiz buldum. Şeyh hazret ki bir kolunu kesmişler, onunla görüştüm. Fırka sertabibinin ifadesine nazaran, hastane ittihaz olunan haneler temizlenirken 10-15 kadar islam kadını başları bulunmuştur. Buradan avdet, Şerefiye denilen camiyi gezdim, hayvanat iaşeleriyle ve muzahrafat ile maliydi. Harab olmuş. Yolda 12 yaşında Ömer namında öksüz bir çocuk gördüm. Bunu yanıma aldım. Bu, görülünce daha üç tane böyle anası, babası ölmüş ye-timler getirdiler, onlara da para vermekle iktifa ettim.»

Atatürk'ün not defterini «Atatürk'ün Hatıra Defteri» adıyla bir yapıtta toplayan, yaver Şükrü Tezer, yukarıdaki bölüm için kitabına şu notu düşmüş.

«NOT: Paşa'nın bu hatırasında bahseyledikleri 10-15 kadar İslam kadın başları, Bitlis'in düşman eline geçmesi üzerine ermeniler tarafından hunharca yapılmış olan katliamın canlı izlerinden başka bir şey değildir.»

İki yıl sonra, Mustafa Kemal Paşa, veliaht Vahdettin' le birlikte o zamanki savaş ortağımız Almanya’ya gittiğinde, gördüklerini, yazar Falih Rıfkı Atay'a anlatırken bir yerde şöyle der;

«... Alsas ta bir gece valinin evine davet edildik. Güzel geniş bir salonda Vahidüddin, vali ile bir masada oturuyor ve konuşuyor gibi idi. Bir aralık Vahidüddin beni bulunduğu masaya davet etti. Gittim, vali Vahidüddin’e bir sual sormuş, Vahidüddin bazı cevaplar vermiş, Fakat verdiği cevapların benim tarafımdan da tekrarlanmasına lüzum görerek demiş ki:

— Cephelerde bulunmuş, memleketi tanıyan bir kumandan yanımdadır. İsterseniz onu da dinleyiniz!

Veliahd'a bahis mevzuu meselenin ne olduğunu sordum:

— Ermeniler! dedi.

Alman Valisi Ermenilerin çok iyi niyet sahibi olduklarından, Türklerin Ermenilere karşı pek kötü tecavüzlerde bulunduğundan bahşetmiş. Misafiri olduğumuz dost ve müttefik Alman milletinin yüksek bir valisinin gelecekteki Türkiye padişahı ile ciddiyetle bu mevzuu üzerinde konuşulduğunu anlayınca şaştım..

Valiye dedim ki:

— Türkiye'nin Veliahdı ite Almanya’nın mümtaz bir valisinin bulabildiği konuşma mevzuu beni hayret içinde bıraktı. Evvela sizden şunu anlamak isterim. Müttefikiniz olan ve bu ittifak uğrunda maddi ve manevi bütün varlığını veren Türkiye'ye karşı tarihin bilmem hangi devrinde varolduğunu iddia eden ve bu varlığını yeniden göstermek için dünyayı kandırmaya çalışan Ermeniler lehine konuşmak fikri size nereden geliyor:

Bize dair pek eksik bilgi sahibi olduğunu anladım ve bütün fedakarlıklarımıza karşı Türkiye topraklarında bir Ermeni halkı olabileceği anlayışında bulunan bu Vali ile alaylıca konuşmaktan kendimi tutamadım. Vali derhal bütün söylediklerinin en nihayet işitilmiş şeyler olduğundan, iddialı olmaktan uzak bulunduğundan bahsederek beni yatıştırmağa kalkıştı. Konuşmayı bitirmek için kendisine dedim ki:

— Vali hazretleri, biz cepheler dolaşır bir heyetiz. Buraya Ermeni meselesini konuşmak için değil, fakat müttefikimiz olan ve kendisine dayanmakta olduğumuz Alman ordusunun hakiki vaziyetini anlamağa geldik. Onu anlamış olarak da memleketimize dönüyoruz...» (Atatürk’ün Yaşamı. Yazan: Uluğ İğdemir. 1. cilt, sayfa: 115-116)

Bazı Avrupa ülkelerinde, diplomatlarımız, memurlarımız öldürülünce, Mustafa Kemal’in yukarıdaki sözleri gelir usuma. Selçuk Bakkalbaşı'nın yaraları kapanmadan, Paris’te iki görevlimiz daha öldürüldü...

Paris elçiliğimizde, can güvenliği ile ilgili toplantılar yapılmaktaydı. Kısa bir süre önce yapılan toplantıda, Çalışma Ataşesi Reşat Morali yaptığı konuşmada:

— Bir dahaki toplantıda bulunamayabilirim. Can güvenliğim yok! demişti.

Marsilya’da bir kilisenin avlusuna, Ermeni öcünü simgeleyen bir anıt dikilince, Paris Büyükelçimiz Hasan Esat Işık, olayı protesto etmiş, valizini alıp yurda dönmüştü. Haşan Esat Işık’ın bu davranışı o zaman, bazi çevrelerce duygusal olarak nitelendirilmişti. Oysa, Haşan Esat Işık, orada tam bir devlet adamı niteliğinin örneğini vermişti...

Yurtta barışı kurmak gibi, dünyada barışı yaşatmak da, insanca, kardeşçe yaşamayı gerektirir. İnsan haklarından ödün vermemeyi gerektirir. Güçlü olmayı gerektirir... Sorunu, ırkçı, şoven anlayışla ele almak nasıl yanlışsa, ödün vermek de yanlıştır...