Arapça Değil mi?..

Ziya Paşa, 1868'de, medreselerle, buralarda okunan Arapça dersleri için, düşüncelerini şöyle özetler:
"... çocuk mahalle okulunu bitirinceye kadar 13-14 yaşlarına gelir. O vakit akrabası onu ilim öğrenimine sevkederler. Eline bir sarf cümlesi vererek, cami derslerinden birine oturturlar. Masara Yansuru'dan başlar, binaya çıkıp otuz beş babı sayar, (Ziya Paşa bu derslerin anlaşılmadığını belirttikten sonra diyor ki:) Böylece vakitlerini yitirenlere bir Arapça gazete verilse, sözlüğe başvurarak saatlerce okuyup düşünmeden anlam çıkaramazlar. Fıkıh ilminden bir mesele sorulsa cevap veremezler. Akait üzerine bir bahse girilse, bağnazlık siperini ellerine alıp rakiplerinin her sözünü kâfirlikle suçlarlar. Kur'anı Kerim'den bir ayetin anlamı sorulsa. Beyzavayi'ye başvurma yolunu gösterirler. Politikadan söz açılsa, dünyada İngiltere. Amerika, Japonya ve Fas gibi memleketler olduğunu bilmezler. Ahbablarından birine bir Türkçe mektup yazmak gerekse şuna buna yalvarırlar... Bu zatların şunca yıllar emek ve ömür sarf ettikleri, böyle bir semere için midir? Bu ömre, bu emeklere yazık değil mi? Bu devlete, bu millete, bu mülke acınmaz mı?"
Ziya Paşa, bu yazıyı Londra'da çıkan "Hürriyet" gazetesinin 27 Temmuz 1868 günkü sayısında yayımlar. Ben, Dr. İlhan Başgöz ile "Howard E. Wilson'un birlikte yayımladıkları "Türkiye Cumhuriyetinde Eğitim ve Atatürk" adlı yapıttan aldım.
Okullarda Arapça dersleri üstünde durmak istiyordum. Birçok yazarlar, buna değindiler. En son Oktay Akbal, "Bu 30 Ağustos Gününde" başlıklı yazısıyla, parmağı bastı yaraya, "30 Ağustos 1922’nin 62. yıldönümünü kutlarken, Atatürk'ün ortadan kaldırdığı geriliklerin, ilkelliklerin hortlatıldığını üzülerek görüyoruz..." dedi.
1962 yılında, "Bağdat'ın bininci yılı ile El Kindi törenleri"ne çağrılı olarak, Prof. Hilmi Ziya Ülken’le birlikte Bağdat'a gitmiştik. Bizi bir otele yerleştirdiler, odalarımız da yakın. Zaman zaman konuşuyoruz...
Hilmi Ziya Bey, öleli çok oldu, sevdiğim saydığım bir bilim adamı, dost. Öfkesini de, sevgisini de saklamayan bir kişiliği var. Hilmi Ziya Bey, midesinden hastaymış, onun için Türkiye'den nane getirmiş; her sabah azar azar kaynatıp içecek...
Garsonu çağırmış, naneyi nasıl kaynatacağını anlatıyor Arapça. Arap garson, "lebbeyk" deyip gider. Nane bir gelir ki, hoca küplere biner. Beni çağırdı:
—Ekmekçi, gel Allahaşkına, bu Araplar Arapça bilmiyorlar! dedi...
—Efendim, Arap Arapça bilmez olur mu? dedim, gülmekten kırılıyorum. Hoca, garsona çıkışıyordu:
—Miktar-ül kalilun... (Az miktarda)
Hilmi Ziya Bey'in dediklerini, neredeyse söküyordum. Yarım yamalak Osmanlıca bilgimle. Ben anlıyordum da, garson anlamıyordu.
Hilmi Ziya Bey, Arapça okuttuğunu, Arapçayı bildiğini yineliyor, İngilizcemle araya girmemi de istemiyordu. Meğer garson, naneyi azar azar koyup, demleyecek yerde, tümünü kaynar suya boca etmiş, kapkara bir şey getirmiş. Hilmi Ziya Bey’in naneleri de boşa gitmişti...
Hilmi Ziya Bey'i anımsadıkça, bu hoş olayı da düşünürüm.
Eğitimci Şükrü Kurgan anlattı. "Hangi Arapçayı okutacak?" dedi.
—Suriyeli Arabın konuşmasını, Mısırlı Arap anlayamaz. Örneğin, Suriyeli deveye "cemel" der, Mısırlı “gamel" Şükrü Kurgan, Şam'da doğmuştu, Arapça bilirdi. Okullarda da Arapça okumuştu, o kuşaktandı. O günleri anlattı, şöyle dedi:
—Bir çocuk, okullarda yedi yıl Arapça okur, Arapça "gel buraya, git şuraya" diyemez. Okullarda sadece fiil çekimlerini öğrenir, o kadar.. iki yüz yıla yakın medreselerde Arapça okuyanların hiçbiri, Arapça öğrenmemiştir.
Reşat Nuri Güntekin'in "Arapça değil mi, uydur uydur söyle" yapıtı, bizim "Arapça”cılara, ne güzel bir derstir. Oradaki kahraman, sözcükleri ezberler, ama bir türlü tümce kuramaz.
Reşat Nuri Güntekin, oyunu gerçekte, Fransız oyun yazarı Paul Tristan Bernard'ın(1866-1947) "L'anglais tel qu'on le parle" adlı yapıtından esinlenerek yazmış. O da, "İngilizce değil mi, nasıl istersen söyle!" anlamına geliyor. Bir Fransız kızını seven İngilizi anlatır. Reşat Nuri, oyunu bize pek güzel uydurmuş; gülmece yazınına katkıda bulunmuş...
Okullara bir Arapça dersleri eksikti, o da kondu mu, kafalar örümceklenirken okullar da medreseleşecek demektir...