Antalya’daki Eniştemiz

Çocukluğumuzda bayram sabahları erkenden kalkar, babamızın elini öper; bayram harçlığımızı alırdık. Kız kardeşlerimin avuçlarında tuttukları paracıkları görünce, davranıp babamın eline sarılmanın zamanı geldiğini anlardım. Bir fırsat çıkmazsa, para istemeye çekinirdim. Para istediğimde sorardı babam;
— Ne yapacaksın?
— Kalem alacağım!
— Daha iki gün önce aldın kalemi, yiyor musun bu kalemleri ne yapıyorsun?
Kaşlarını çatar, elini cebine sokar, İki kuruşu verirdi. Çok da isteyemezdim. Kız kardeşlerime ise, para istemeseler de verirdi.
Bayram sabahı yaklaştım;
— Elini öpeyim baba!
Uzattı. Öbür elini cebine attı. Gözlerim yumulu avucuma konan bayram parasını kaptığım gibi doğru kardeşlerimin yanına...
Küçük kardeşim Ahmet, hâlâ bir yolunu bulup babamın elini öpememişti. Oğlanın işleri ters mi gidiyordu ne? Tam elini öpecek babamın, babam ibrik elinde abdest almaya gitmekte. Ahmet de kıvranıyor, bir yol bulamadığı için. Ne yapsın?
Bir ara, zamanın geldiğini sanmış, babamı yalnız yakalamış. Ama şöyle; Adam, koyunu yatırmış, bıçağı eline almış, tam bıçağı koyunun boğazına dayadığı sırada; bir yandan da dua etmekte. Ahmet:
— Baba! bayramın kutlu olsun! elini öpeyim... der demez, babam öfkelenmiş:
— Tam zamanım buldun! demiş.
Babam kurbanı kestikten sonra kardeşimi kırdığını anlamış, onun da gönlünü aldı, bayram harçlığını verdi...
Birkaç gündür Antalya’dayız. Kız kardeşim, eniştem, yeğenlerim bir aradayız. Ahmet'in çocukları büyümüş. Kendi gelmemiş Antalya'ya, Konya'da kalmış. Çocukluk anılarımızı anlatıyoruz. Eniştem şakacı mı şakacı. Kırıp geçiriyor. Adı Melek.
Gazeteciliğe yeni başladığım yıllardı: Konya'da “öğüt” gazetesinde. Bir yazıda nasıl doğup büyüdüğümü anlatmıştım. Yedi aylık dünyaya geldiğimi, cılız, hastalıklı büyüdüğümü filan. Biraz acındırmak ya da, Anadolu'da kadınların ne güçlükler çektiklerini vurgulamak için, fantezi de yapmış bir temmuz sıcağında dünyaya geldiğimi, anamın beni bırakıp tarlaya, ekin ot biçmeye gittiğini yazmışım. Gazete ilçeye gelince. Melek, gazeteyi kaptığı gibi anama gider, sorar:
— Hala. Mustafa hangi ayda doğdu?
— Vallahi yavrum kesin bilmiyorum. Ama, mart mıydı, nisan mıydı öyle bir ayda doğdu; karşılığını verir.
— Bak gazetede temmuz sıcağında dünyaya geldiğini yazmış!.
— I-ıh, diye karşılık verir anam, temmuz değil.
— Tekzip edelim o zaman. Tekzip için en yetkili sensin; anam:
— Ben onun işlerine karışmam, der. Ne zaman doğarsa doğsun!.
Şakacı eniştem yüzünden, neredeyse ilk yalanlamayı anamdan alacaktım.
***
Madanoğlu Paşa’nın anılarını ilgine buluyorum. Ankara'da buluşup görüşmemiz sırasında, ileride geleceğini sandığım bazı ilginç olayları anlatmıştı. Komite içinde bir grup “Cuma'cılar” vardı. Bunlar, önemli olayları, girişimleri cuma gününe rastlatırlardı. Çünkü halk, cuma günü başlayan işlerden hoşlanırdı. O nedenle desteklerdi. Öyle bir inanç vardı. 1961 Kurucu Meclisi'nin açılışı da cumaya rastlatılmıştı. Cumacı grup, Kurucu Meclis açılırken kurban kesilmesini de önermişler. Madanoğlu buna karşı çıkmış.
— Canım Kurucu Meclis’in açılışıyla kurbanın ne ilgisi var?
— Olsun, halkın hoşuna gider böyle şeyler... demişler, diretmişler.
Madanoğlu, aynı zamanda Ankara komutanı, yani Sıkıyönetim Komutanı...
— Peki demiş, yalnızca açıkta kurban kesilmeyecek, kurbanlar gizli kesilecek!.
Meclis binasının karşısında, köprünün altına çadırlar kurdurmuş, kurbanlar çadırların içinde kesilmiş. Açılışa gelenler kurbanların kesildiğin! görmemişler...
Geçtiğimiz yıllarda, bir parti lideri, seçim kampanyalarını cuma günü başlatırdı.
Basınımıza yeni doğacak olan “Güneş”in batmamasını, bir “Ankara Notları”nda dilemiştim. Reklamlardan öğreniyorum; Güneş” de cuma günü doğacakmış!.
***
Bir biz değilmişiz şubatta Antalya’ya kaçan, İstanbul’dan, İzmir'den de gelenler var. Boyunlu bir kazak, ceketle dolaşıyorum...
Güneşin altında, ağaçların, çiçeklerin arasında dolaşmak ne güzel. Yazıp, cizmeyip kafamı dinleyecektim. Dayanamadım. Birkaç gün “Antalya izlenimleri” derlemeye çalışacağım. Antalya'nın sorunlarına vereceğim günlerimi...