Haydar Kutluyla, Nihat Sargın DGM'den cezaevine götürülürlerken, Sargın'ın gazetecilere:
İşkence gördük! diye bağırması kanımı dondurdu. Olayı izlemek için çıktığım demir yığınının üstünde, öylece kalakaldım. Olay yerine gelen gazeteciler, çok kalabalıktı. Her gazete olayı üç-dört kişiyle izliyordu. Savunmanlardan Atilla Coşkun, Rasim Öz, Nezahat Gündoğmuş, Hasan Bakırcı, Ahmet Toptan oradaydılar. Savunmanlar, cezaevinde sanıklarla yapacakları görüşmeler sonucunda, “işkence” olayına daha bir açıklık getirecekler, yankıları daha da büyük olacak sanıyorum...
Hasan Cemal'in, Uğur Mumcu'nun cumartesi günkü yazıları geniş yankı yaptı. Bülent Bey’in politikayı bıraktığını açıklaması üzerine, Kenan Evren, Hürriyetçilere “üzüldüğünü" söylemişti. Hasan Cemal’in yazısı şöyle bitiyordu:
"Neden üzüldünüz Sayın Evren?
Yoksa, Sayın Ecevit, siyaseti bıraktığı zaman sosyal demokrat oylardaki bölünme sona ereceği için mi?
Neden Sayın Evren?"
Hasan Cemal'in de, Uğur Mumcu'nun da yazılarını kaçırdıysanız okuyun...
Önceki gün çıkan "Azınlık iktidarı..." başlıklı "Ankara Notları"nda, Erhan Karaesmen'in 29 kasım seçimleriyle ilgili değerlendirmelerini aktarmıştım. Erhan Karaesmen, daha sonra, SHP-DSP oylarını değerlendirecekti. Öyle konuşmuştuk. Ancak Karaesmen söz arasında, bir “jübile" yapıp, artık siyasal yorumlarla ilgili çalışmalara son vermeyi düşündüğünü de söylemişti. Pazar günkü yazı, hemen hemen baştan sona ona ayrılınca, tedirgin olmuş.
Ne yaptın? dedi, yazıyı baştan sona bana ayırmışsın. Ben, daldan dala seken yazının arasında bir paragraf da bana ayırırsın diye düşünmüştüm. Tüm yazı Erhan Karaesmen’e ayrılmış! Ben, artık bu işlerden elimi, eteğimi çekmek istiyordum...
Konuşmamıza, bana hafif yollu sitemle başladı, şöyle dedi:
“Bugünkü telefon söyleşisine tarizli küçük bir açıklamayla başlıyorum: Dostane niyetle de olsa, geçen gün tüm bir politik yazının bana ayrılmış olmasından açıkça rahatsız oldum. Bildiğin ve bilindiği gibi, epeydir politikayla hiç ilgilenmiyorum. Bir ölçüde sağlık koşullarının ve ayrıca, belli bir kişisel ilkenin ürünü olarak yabancı gezi izlenimleri, sanat ve spor gibi konularda arasıra Cumhuriyet’in konuk yazarı olmaktan yeterince mutluydum. Seçim sonucu yorumunda hatırı kırılamayacak dostlar, dört yılda bir telefonla bir şeyler sorunca da, genelde bir şeyler söylemekle yetiniyorum. O kadar, ama senin geçen günkü sunuşunda öyle bir noktaya getirmişsin ki, ek olarak bir şeyler daha söyleme gereği ortaya çıkıyor:
Bülent Bey’le ilgili olarak, sergilenen son dramatik tablo eski dost sıfatıyla, beni duygulandırarak üzmüş olmakla birlikte, DSP- SHP oylarının karşılıklı etkileşimi konusunda sayısal kimi gerçekleri dile getirmek de yurttaşlık görevi oluyor. SHP ülkede sadece yüzde 28’lik oy oranına ulaşmış olsa, yurt ölçeğinde uygunca bir dağılım sağlamış bulunsa, 170 milletvekili bile çıkarabilirdi. ANAP ise, 230 küsurlarda kalabilirdi. Seçim çevrelerinde uygun olmayan bir dağılım modeli tasarlandığında ve ANAP oylarının dolaylı olarak biraz artacağı düşünüldüğünde bile toplam ortalamada yüzde 30’luk bir oy oranıyla, SHP benzeri bir düzeye ulaşabiliyordu. SHP ve DSP tek bir pakette oy kullansalar, bazılarının iddialarına göre, belki çok kızgın kimi DSP’lilerin eli varmaz ve SHP'ye gerçekten oy vermezlerdi. Ama el insaf! Bu DSP oylarının herhalde bir yarısı da SHP'ye gider ve onun oylarını da yüzde 30’a falan yaklaştırırdı. Kısaca DSP çevresinin SHP üzerindeki sayısal tahribatı çok büyük olmuştur. Aslında, şu veya bu şekilde zaten kazanacağı belli olan bir seçimi ANAP kazanmıştır. Düğümün, ancak 1992’de çözülebileceği gün gibiydi. Orta sol muhalefetin, şimdiki sayısal ve duygusal hesaplaşmasını da aslında önemli göremiyorum. Ama 1990'larda ne yapacakları konusuna şimdiden dikkat çevrilmesi de açık. Burada Sayın Ecevit, yine belirleyici etken olma konusunu koruyacağa benzemektedir. Aktif veya pasif, DSP oluşumu ile ilgisini sürdüreceği anlaşılıyor gibidir. Oysa, Kıbrıs fatihi ve bir zamanların ulusal kahramanı olan kişiden, 1990'lar Türk solunun birleştiriciliğini yapma ve ondan sonra kenara çekilip saygın bir ruhani liderlik işlevini sürdürme gibi, tarihsel bir ‘Büyük eylem' beklenirdi.
Aslında, klasik tiyatro kahramanlarınınkini andırır ve belli bir duygusallık dozuyla beslenmiş renkli, ama karmaşık kişiliğiyle Bülent Ecevit hep beklenenin dışında işler yapmıştır. Tarih, çok sonraları belki kendisinin haklılığını yazacaktır. Ama, şimdilik bir karecik de bekleneni yapması milyonlarca Türk insanını herhalde çok mutlu edecek..."
Erhan Karaesmen'in yorumundan sonra "Dost acı söyler" dedim içimden...
8 Aralık 1987, Cumhuriyet