Anlatım Yolları...

Bir dil uzmanı, dünyanın çeşitli ülkelerini dolaşıp yurduna dönmüş. Bir toplantı düzenleyerek, izlenimlerini anlatmış. «Şu ülkenin dili şöyle, bu ülkeninki de böyle» gibisine. Bir ara, ortaya bir su kabağı çıkarıp içine çakıl doldurmuş, başlamış sallamaya. İzleyenlerden biri sormuş:

— Bundan biz bir şey anlamadık, bu ne?

— Bu, demiş dil uzmanı. Arnavutluğun dili, ben de hiç anlamadım. Bütün çabalarıma karşın, anlatamadığımı görünce bu yolu seçtim...

★★★

Geçtiğimiz hafta. Ankara'da «Meçhul Askerin Rugan Ayakkabısı» filmini seyrettim Arı sinemasında. Film, Bulgar filmiydi. Film şöyle başlıyordu:

Bir adam, Londra’da Buckingham Sarayı'nın karşısında durmuş, İngiliz askerlerinin nöbet değişimini seyretmekte. İnsan beleğinin garip bir oyunuyla, gördüğü şeyler onu Londra’dan çok uzaklara ve taa 1930'lu yıllara Sofya yakınında doğduğu köye götürür. Bulgar yönetmen Vangel Valcanov, filmde, yaşadığı köyde geçen çocukluk yıllarını anlatıyor.

Köydeki çocuk, filmde dedesine «Dedo» diyor. «Dedo be» diyor. Türkçeden kalmış belki diye düşünüyorum.

Anılar seyirciyi daha sonra, küçük kahramanın ilk kez sosyal adaletsizliklerle karşılaşacağı büyük kente götürür. Küçük kahraman, adaletsizlikleri düzeltmeye çalışır. Ve çocuk kafasının uygun bulduğu tek yolla adalet dağıtmaya uğraşır. Köylere, bir başka uygarlığın, bir başka yaşam biçiminin simgesi olan kentli giysileri dağıtarak ve onca bu uygarlığın en özlü, en yüksek anlatımı gibi gelen, düşlerine girmiş ama gerçek dışı olan rugan ayakkabılar vererek, onlara kent uygarlığının ayrıcalıklarını kazandırmak ister. Ancak sosyal adaletin bu biçimde gerçekleştirilmesinin olanaksız olduğu ortaya çıkar.

Filmin yapımcısı filmi 1963'de hazırlamış. Valcanov, şöyle demiş:

«Benliğimin derinliklerinde dünya ve insanlara köylü bakışıyla bakma alışkanlığım kaldı. Bu bakış biçimi hala bende yaşamakta. Köylüler, dünyanın bütün ülkelerinde aynıdır. İyi, konuksever ve kolayca konuşup ilişki kurarlar. Kent insanları, bireyci, çeşitli ilgi alanlarına çekilerek dağılmış, yalnız ve sürekli kaçan insanlardır. Köyde bunların tam tersini bulursunuz. Köylülere kentliler arasındaki bu fark, benim gibi olayların gelişmesiyle köyü terk etmek zorunda kalmış birinde, bir iç sosyal gerilim olarak devam etmekte. Yine de nerede bulunursam bulunayım, köyün gönüllü elçiliğini ve savunuculuğunu yapıyorum...»

Filmde köylüler oynuyorlardı. Profesyonel hiçbir oyuncu yoktu. Köy düğünü, köylülerin gelenekleri ilginçti. Gerdek gecesi... Sabahında gelinin elden ele gezen çarşafı, havaya atılan silah... Gelinin sararmış yüzü...

Ertesi günü, Ankara'dan Burdur’a Yeşilova'nın Gencali köyündeki köy düğününe gittik, bir grup çağrılı. Ekrem Kobay, bazı eski parlamenter arkadaşlarını da çağırmıştı.

Düğünde, yağlı güreş seyrettik. Gece, köy alanına sofralar kuruldu. Bizlere yiyecek hazırlayan köylü kadınlarını gidip gördüm çalıştıkları odada gelin adayı da kollarını sıvamış, keşkek karıyordu. Köylü kadınlar:

— Hoş gelmişsin düğünümüze... dediler.

Düğün evi, 48 saat çalgı çalınması için yetkililerden izin almıştı. Son güne kalamadık. Dönüşte göl kıyısında «Sultan Pınarı»nda oturduk. Hafız Rıza Yağız, sazıyla «Gençali» türküsünü söyledi. Erol Çevikçe ile Ali Dinçer, göle girip yüzdüler. Deniz Boykot, Fikret Ünlü gölgede oturduk.

Arasıra, Başkent'ten kopup, köyleri dolaşmalı diye düşünüyorum...

Ankara'da, İstanbul Gazeteciler Cemiyeti’nin düzenlediği «Türk Basınında Mustafa Kemal Atatürk» sergisi ilginçti. Sergiyi Başbakan Ulusu açtı. Zeyyat Baykara, İlhan Evliyaoğlu, Cihat Baban, Hasan Sağlam vardı Bakanlardan. Ama, daha çok kalabalık olur sanıyordum, yoktu.

Hani:
— Terzi, kendi söküğünü dikemezmiş... Derler ya o hesap. Her şeyi iyi duyurmaya çalışan biz gazeteciler, kendi emeğimizi yeterince duyuramamış mıydık? Sergiyi Salt Maden düzenleyip dönmüştü. İstanbul'dan Niyazi Ahmet Banoğlu, İstanbul Gazeteciler Cemiyeti Genel Sekreter Vekili Orhan Erinç gelmişlerdi. Sergilenen gazeteler arasında 19 Mayıs 1881 günlü «Vakit» gazetesi de vardı. Tam yüzyıl sergileniyordu anlayacağınız. Ankaralıların Zafer Çarşısı'nda Güzel Sanatlar Galerisi’ndeki bu sergiyi kaçırmamalarını dilerim.