Ankara’da ne var ne yok?

Bugün duruşmamız var…
"Aydınlar Dilekçesi" sanıklarından birçoğu, dinlencelerini yarıda kesip Ankara'ya geldiler...
Ankara dışında olduğum sıralardı, temmuz sonları, Ferda Güley’in oğlu Hakan Güley'le Ömür Battalgazi İstanbul'da evlendiler.
Hasan Hüseyin'in oğlu Temmuz Korkmazgil’le Sevim Süme Ankara'da evlenmişler. Yoktuk. Evlilerin nikâh tanıklığını Niyazı Ağırnaslı'yla, Dr. Yücel Kanpolat yapmışlar. Ankara'da olsaydık giderdik elbet. Hasan Hüseyin’in oğlu evlenirken, o törende de bulunmak isterdim doğrusu. Server Tanilli, bir çiçek sepetine şu kartın iliştirilmesini istemiş Azime Korkmazgil’den:
"Server Tanilli, en güzel dilekleriyle mutluluğunuza katılıyor. 1.8.1984."
Nikâhtan sonra, Niyazi Ağırnaslı bir bekâr dostuyla şakalaşıyormuş:
Bal kavanozunun dışında durmak mı iyi, yoksa içine düşmek mi?
Azime Korkmazgil’le Selçuk Altan, sonra Karşıyaka'ya giderek, çiçekleri Hasan Hüseyin Korkmazgil'in mezarına serpmişler.
Ozan Halil Kocagöz'ün öldüğünü gazetelerde okudum. Samim Kocagöz'e bir başsağlığı dileyemedim.
Bir dost daha öldü, tanımazsınız belki, nereden tanıyacaksınız, çok yaşlıydı. Çok eski bir politikacı. Adı, Memduh Çelik. DP'nin kuruluş yıllarında Adana'da DP İl Başkanlığı yapmış, Menderes'in yakın arkadaşlarından. Menderes'i uzun uzun uyarmış o yıllar, "Tuttuğun yol, yol değil..." demiş.
Atatürk'le ilgili anıları da vardı. Bir gün buluşup, Memduh Beyi konuşturacaktım. Olmadı. Çocuklarından dinlemiştim bir anıyı. Atatürk’ün korumasında mı ne çalışmış Memduh Bey, öyle yakın. Mustafa Kemal de Latife Hanımla yeni evli. Adana'ya gidiyorlar. Memduh Bey de birlikte. Bir sabah Latife Hanım, babası Muammer Bey'den mektup olup olmadığını sorar görevliye. "Yok" derler. Kızar, bağırır Latife Hanım. Mustafa Kemal araya girer:
Latife ne kızıyorsun, babandan mektup gelmediyse, postacıların suçu ne?
Böyle bir şey. Yöneticilerin yakınlarında bulunanların ilginç anıları olur...
Ankara'da olup bitenleri anlatacaktım: Bizim "Cumartesi arkadaşları”ndan çoğu gelmemişti "Körfez”deki yemeğe. "Haloğlu" diye çağırdığımız avukat Erdoğan Erman, sonradan katılan eski vali yardımcılarından Rıza Can, üç kişi oturuyorduk. Körfez lokantasının sahibi Nazmi Canlı, masaya helva gönderdi. Nazmi’yi yıllar öncesinden komiliğinden tanırım. "Bu neyin helvası?" derken, anlattı. Nazmi, kırk gün önce Gölbaşı'na balık avına gider botuyla. Gölün ortasında küreği suya düşürür. Küreği alacağım derken, rüzgâr, dalgalar Nazmi’yi botuyla açıklara sürükler mi? Nazmi ölümle karşı karşıya gelir. Sonunda kurtulur ya da kurtarılır. Hastanelere gider.
Ölümden dönmenin şaşkınlığı vardı üstünde. Sevinemiyordu bile. Helva da şundanmış, Nazmi söylüyor:
Ben o gün çoktan ölmüştüm. Kırkımda nasıl olsa helvam yenecekti. Helva, o helva!
Mimar Necdet'in annesi Ankara'da öldü. Doksanındaydı. Kaçında olursa olsun, anne bu. Ölüm bu...
"Ankara Notları”nın konusuna ille de ünlüler girer diye bir şey yok...
Haydi, biraz da başka konulardan, örneğin şu Araplara filan dışsatımımızdan söz edeyim: Ürdün, Türkiye’den dikenli tel istedi bir süre önce. Ooo, dikenli tel de laf mı, istediğiniz kadar!
Hazırlandı dikenli teller, Ürdünlüler gelip gördüler ki, aradıkları böylesi değil. Ya? Onlar, çubuk tel üstüne dikenlisini arıyorlarmış. O da basit bir şey, ama elde yok. Milli Savunma, Kütahya mı Afyon mu, bir yerde yaptırıyor, ancak "o da ancak bize yeter" yanıtını alıyorlar Ürdünlüler.
Eh, ne yapalım, biz de Yunanistan'dan alırız! demezler mi?
Yunanistan o biçim dikenli tel yapıyormuş. Birkaç ay, izin istenir Ürdünlülerden Avrupa'dan makinesi getirilecek de, dikenli teller dokunacak...
Yine Ürdün'le ilgili, ama bu biraz daha iç açıcı. Ürdün Kralı Hüseyin bir cami yaptırmaktadır. Caminin yapımı biter, bir de bakarlar ki caminin mihrabı kıbleye bakmıyor, dokuz derece yanda...
Türkiye'ye Vedat Dalokay'a telefon edelim derler, ivedi gelsin, buna bir yol bulsun...
Ürdün Vakıflar Bakanı telefon eder. "Aman Vedat Bey, böyle böyle... Buna bir çare bul. Hemen gel..."
Kolay o, der, Vedat Bey. Ancak, benim çok işim var, gelemem. Size, çok güvendiğim bir mimar arkadaşımı göndereceğim...
Vedat Dalokay, şöyle dedi:
Efendim, sorun gayet basit. Biz, Fatih Sultan Mehmed'in Ayasofya'da uyguladığı yöntemi uygulayacağız. Caminin değil, mihrabın yerini kaç derece sapmışsa o kadar değiştireceğiz.
Bunun için Ürdün'den Vedat Dalokay'a bin beşyüz dolar göndermişler, üçbin beşyüz dolar da arkadan gelecekmiş. Vedat Bey:
Gidip şu çeki bankada bozdurayım! diyordu.
Vedat Dalokay'ın bir de, "İslam Kalkınma Bankası proje yarışması" serüveni var. O konu oldukça uzun, onu bir başka "Ankara Notları"nda anlatacağım.
Ankara'da Gazi Üniversitesi Mimarlık Fakültesi Bölüm Başkanlığına arkeolog Haluk Karamağralı getirilmiş. Arkeoloğun Mimarlık Fakültesi Bölüm Başkanlığına getirilmesinde ne var?