Oktay Arayıcı’nın dramı, Türkiye'de gerçek bir aydının dramıydı. Gazeteler yazmadı, anlatacağım: Oktay Arayıcı, ölümünden çok kısa bir süre önce, hastanede ölümle savaşırken, gece yarısından sonra saat 02.00'de, evini on kişilik bir ekip basar. Semiha Arayıcı, hastanede eşinin başucundadır. Evde, bir büyük anne, iki çocuk var. Uyuyorlar. Gelenler:
İhbar var, arama yapacağız! derler.
Yaşlı kadın korkar:
Arayın evladım ama, der, babaları hastanede kanserden yatıyor. Çocuklar küçük, üst katta uyuyorlar...
Gelen görevliler, aramayı yaparlar, bir tutanak düzenlerler, yaşlı kadına "imzalamasını" söylerler. O imzalamak istemez:
Öyleyse emniyete geleceksin, bizimle! derler.
Tutanakta. "Bir şey bulunmadığı" belirtilmektedir Emniyete gitme sözünü duyan kadın, imzalar... Gelenler, özür dileyip ayrılırlar...
Olay geniş üzüntü yaratır; Türkiye Yazarlar Sendikası Başkanı Aziz Nesin, Sıkıyönetim yetkililerini arar, "Toplantıda" yanıtını alır. Ancak sonra bir yetkili Aziz Nesin'i arar. Olayı dinler, evin adresini ister ve üzüntüsünü bildirir:
Bir daha olmayacak! der.
Aziz Nesin, bu olayı Ankara'da SODEP'in düzenlediği “İnsan Hakları" konulu toplantıda anlattı.
Mete Tunçay'ın "Eski Sol Üzerine Yeni Bilgiler" yapıtı, bir süre toplatılmış; ancak yargılama sonuncunda Mete Tunçay aklandığı gibi, yayınevi, yapıtla ilgili toplatma kararını Sıkıyönetim Mahkemesince kaldırtmıştı. Kitap İstanbul'da, özgürce satılırken, Ankara'da toplatılmaktaydı.
Şimdi bir başka olaya değineceğim: Devlet Tiyatrosu sanatçısı Tuncer Necmioğlu, yirmi gündür gözaltında. İstanbul'da oyundan alıp götürmüşler, oradan Ankara'ya getirmişler. Durumunu kimden soracağım bilemiyorum Tuncer Necmioğlu'nun.
Mete Tunçay'ın toplanan kitabının içinde mahkemenin "beraat" kararı da vardı. Ne olduğunu öğrenmek için, Mete Tunçay'ı telefonla aramak istedim. "Tarih ve Toplum"un Ankara numarası olan 25 26 00 numarayı çevireceğim. Ancak üçüncü numara "3" mü, "2” mi, defterimde pek belli değil. 26 36 00'ı çevirdim önce, kim çıksa iyi? Avukat Saffet Nezihi Bölükbaşı:
Buyurun, ben Saffet Nezihi Bölükbaşı...
Yanlış oldu efendim ama, konuşalım! dedim. Kendimi tanıttım. Eski bir dost Saffet Bey, Nazım'ın avukatlarındandı. Yanlışlıkla da olsa, böyle bir telefon konuşmasından o da sevinmişti.
Nasılsınız Saffet Bey?
İyiyim, dedi. Ancak gözlerim görmüyor. Bir şey okuyamıyorum!
Bir aydın için, okuyamamak ne kötü şey! Saffet Bey, 78 yaşında. Yıllar önce, Nazım'la ilgili bir çalışma yapmak için ona başvurmuştum...
Tüm belgelerimi alıp götürdüler! demişti. Bende hiçbir şey yok.
“Aybastı” olayının arkasını bırakmayacağımı söylemiştim. Gazetecilerden biri çıkıp da Başbakana:
Aybastı Belediye Başkanı, haziran ayından beri neden yakalanamıyor? Belediye Başkanlığı neden boş bırakılıyor? diye sormadı. Belediye Başkanı'nın, Başbakanla görüştürülüp görüştürülmediği de sorulabilirdi. Bakalım ne yanıt verecekti Turgut Bey?
Ordu'nun ANAP’lı milletvekilleri var, örneğin Nabi Poyraz, Şükrü Yürür, İhsan Nuri Topkaya; bir soru önergesi vererek, görüşme olup olmadığını Mecliste, Başbakan'dan sorabilirlerdi. Onlar da sormuyorlar! Belki, "Ankara Notları"nda yazdıklarımdan bilgileri yoktur. Kimi milletvekilleri artık gazete de okumuyorlar mı ne? Eskiden yalnız gazete okumak ayıp sayılır, dergi, kitap okuyup okumadıklarına bakılırdı kişilerin. Şimdi, gazete okumak da bir iş sayılıyor! Gazete okuyanlarda da düşme varmış!
Mecliste milletvekilleri için “İç ve Dış Basında Bugün” adıyla günlük bir "Özel Bülten" çıkarılır. Bu, TBMM Genel Evrak ve Basın-Halkla İlişkiler Daire Başkanlığınca hazırlanır. Gazetelerde çıkan haber, makale, yorum ve incemelerle, dış basında neler olup bittiği de özetle verilir. Her sabah erken saatte hazırlanan bu "Özel Bülten”, milletvekillerinin dolaplarına konur. Milletvekilleri, bu özel bülten aracılığıyla gazetelerde o gün ne var, ne yok öğrenirler. Haber olarak, gazetelerde çıkan haberlerin başlıkları yer alır. Makalelerden, yorumlardan da üç beş satır aktarılır, özetlenir yani...
Bu bültenleri düzenleyen arkadaşlardan biri, bir gün:
Sizin yazıları, dedi, bültenimize alamıyoruz!
Neden?
Çünkü, sizin yazılar özetlenemiyor; daldan dala sekiyorsunuz, hangi birini atacağımızı bilemiyoruz, biz de bültene almamayı yeğliyoruz.
İyi ediyorsunuz! dedim.
Ama, düşündüm. Bültene girmeyince, Aybastı olayları da gürültüye gidiyor demek...
* * *
Zaman zaman gittiğim sergilerden söz ederim ya, kimini de yazamam; elim değmemiştir. Gönlümden geçeni de yazamadım her zaman, örneğin bir Hale Arpacıoğlu’nun, Habib Aydoğdu'nun, Noyan Turunç’un, Mehmet Başbuğ'un, Orhan Çetinkaya'nın sergilerini gördüm de tek sözcükle olsun değinemedim. Vakko'da Hıfzı Topuz'un "Masklar ve Fetişler"! ne güzeldi! Refik Erduran'la birlikte kutlamıştık Topuz'u. Geçenlerde, Evrensel'de Ülkü Yalım’ın sergisini geziyordum. Ayrılırken eşi Özcan Yalım takıldı:
Sergi kapandığı zaman değinirsin artık! dedi...
Ülkü Yalım'a resimlerindeki "çıplak'ları, nasıl çizdiğini sordum. Üniversitede okuyan bir kız gelip modellik yapıyormuş. Ancak o da göğüslerini açmıyor, ince bir bikini mayo da giyiyormuş. Model kız, tanınmamak için açılışa gelmemiş...
Irak Kültür Merkezi'nde, Kemal Çelik'in sergisi vardı; çelik bir yılda ne çok resim yapmış! Çelik, 1973'te, Rasim Adasal başkanlığında "Resim-Heykel Sanatçıları Derneği"ni kurmuş. Amaç, boş zamanlarında gençliğe güzel sanatlarla uğraşma alışkanlığı kazandırmakmış. Adasal:
Bu gençleri yadırgamayın, bunlar, gençliğin eline silah yerine fırça vermek istiyorlar... dermiş. Kemal Çelik:
On beş yıldan bu yana usta Eşref Üren’in izlediğim doğa sevgisi ve içtenlik düşüncesiyle resim yaptım... diyor.
28 Ocak 1985, Cumhuriyet