Anılar...

Bayram öncesi Ömer Asım Aksoy, düştü; kalça kemiği kırıldı. Seksen yaşını aşmış Ömer Asım Bey, Trafik Hastanesi’nde ameliyat oldu. Kısa sürede evine çıktı. Şimdi, günde beş on adım atabiliyor, iyileşiyor. Ömer Asım Bey'le, Sami N. Özerdir in, Ataç'la ilgili anıları, anlattıkları "Ankara Notları”nda çıkınca geniş ilgi gördü; telefon edenler oldu, mektup geldi...
Sami N. Özerdim'in Ataç'la ilgili olarak anlattıkları vardı daha; 1950'lerde, Demokrat Parti iktidarı CHP’nin mallarını alır, halkevlerini kapatırken. Ataç, buna çok sinirlenir, şöyle der:
Bu öyle bir şeye benzer ki, Ulus Alanı boyunca halkı dizseler, her on sayanı kurşuna dizseler, bunun gibi bir şey olur!
Öylesine çılgınca, anayasaya aykırı bir şey yani. Ataç’ın çok sert alayları da var: Bir toplantıda bir gün bir doktor da varmış. Doktor, teknik bir konuda bilgi verirken:
Kızlık zarı halkavidir... demiş. Toplantıda bulunan DP'Ii milletvekili:
Ne? demiş, orada da mı halkevi açıyorlar?
Demokrat Parti, halkevlerine böylesine düşmandı. Partizanlığı, ancak ANAP iktidarının partizanlığı ile ölçülebilir!
Savunman Niyazi Ağırnaslı uzun süredir sayrıydı, Yüksek ihtisasta yatıyordu. Bayramda Yahya Kanbolat’la Niyazi Ağırnaslı'yı görmeye gittik. Bizi görünce çok sevindi. Ağır ameliyat geçirmişti, Niyazi Bey. Bir süre konuştuk Dr. Mustafa Şerif Onaran, onun çok konuşturulmasına izin vermiyordu. Niyazi Ağırnaslı, Halit Çelenk, Ersen Sansal, Kâmil Savaş, Özlem Timurkaynak, Kemal Yücel, Sadık Akıncılar, Refik Ergun, Zeki Oruç Erel, Muvaffak Şeref, Mükerrem Erdoğan'la birlikte Deniz Gezmiş, Yusuf Aslan, Hüseyin İnan’ın savunmanıydı. Sabahattin Ali'nin de çoook eski arkadaşı. Bir çok anılarda okudum Niyazi Ağırnaslı ile Sabahattin Ali’nin birlikteliklerini. Muvaffak Şeref daha bir iki arkadaşlarıyla, Kızılcahamam’a giderler, 1930'lu yıllar olmalı. Kızılcahamam'da, Mustafa Kemal'in uzanıp dinlendiği bir yer varmış, sırayla Mustafa Kemal'in uzandığı yere uzanırlar...
Sabahattin Ali evli, Niyazi Ağırnaslı bekâr. Sabahattin az biraz çapkıncaymış; Kızılay’da yolda giderken kızlara bakarmış belirlice; Sabahattin Ali'nin karısı Aliye Hanım, Sabahattin'in kolunu çimdikleyince de:
Niyazi'ye kız bakıyoruz kancığım! dermiş...
Tahsin Saraç, üç aylığına Fransa'ya gitmişti. Burs Fransız hükümetindendi. Paris’te, Fransız ozanlarla tanışacak, şiirler okuyacaktı. Tahsin'in Paris günleri güzel geçiyormuş. Bir ara Almanya'ya geçip, Yükşel Pazarkaya'yla görüşmüş. Strasbourg'a geçip Server Tanilli’yi görmüş. Tahsin Saraç, yazdığı kartta telefonunu da vermişti. Ya da Yüksel Onaran'dan mı almıştım numarayı? Üniversite yurdunda 308 numaralı odada kalıyordu. Telefonu çevirdim, telefona çıkandan 308 numarayı istedim. Az sonra, “Yanıt vermiyor!" dedi. Bir not da bırakmalıyım. "Türkiye'den Mustafa Ekmekçi aradı!" desem, Ekmekçi’yi anlatıncaya dek, zaman geçecek. Kıza, “Mustafa Boulanger" dedim. “Tamam" dedi Fransız kız, telefonu kapattık...
Tahsin ertesi günü, "Sizi Mustafa Boulanger aradı" dediklerinde çok gülmüş! Telefon etti.
Esprin taa Paris'e geldi! dedi.
Tek parti döneminin başbakanlarından Karadenizli Hasan Saka, şakacı esprili adammış. Bir gün Hasan Saka’nın hakkında bir yazı çıkar:
Çekil! diye. Hasan Saka karşılık verir:
Çekildum, seksen kilo celdum!
Fıkracı da şöyle yazar:
Çok hafifmişsiniz!
Hasan Saka, kırklı yıllardan birinde, Washington’a gider. Oradan Ankara'yı telefonla arar. Ancak o yıllar, doğrudan Ankara bağlanamıyor, Paris üzerinden konuşulabiliyor. Hasan Saka, konuşacağı sırada:
Ben Hasan! der, kızım ne oldu Ankara? Fransız kız:
Quel (hangi) Hasan? diye sorar.
Kel Hasan değil, Hasan Saka, Hasan Saka!
Ramazan bitti, ne demiş ayları sayarken Bektaşi:
Recep, Şaban, Mübarek Bayram! Ramazanı atlamış. Bir okur:
İyi ki Ramazan bitti, dedi, oruç tutmayanlar ölümden kurtuldu!
Ne iğrenç şeydi, oruç tutmadı diye Van'da bir gencin öldürülmesi. Türkiye ne çektiyse, yobazlıktan çekti. Strasbourg’tayken Server Tanilli'yle konuşuyduk. O, "Yüzyılların Gerçeği ve Mirası -XVI ve XVII. Yüzyıllar" adlı yapıtının sonuna gelmişti. Şöyle dedi:
Sevgili Ekmekçi, biz ayvayı 16., 17. yüzyıllarda yemişiz! Bu kitabımda bunu vurguluyorum...
Tanilli, Osmanlı’da 16-17. yüzyılları anlatırken, çeşitli örnekler verir. Yapıtın 498. sayfasında bir yerde şöyle der:
“Hukuk ya da hukuk-din bilimlerinde bu dönemde dikkat çekici hiçbir çalışma görülmese de, XVI. yüzyılda, kendini bilime vermiş üç kişinin ulemadan Kabız-ı Acemi, Hamza ve Nadajlı Sarı Abdurrahman'ın mahkemeye verilip ölüme mahkûm edildiklerini söyleyelim. Her üçünün de suçu, dine ve şeriata aykırı kuramlar ileri sürmeleriydi! Örneğin, Nadajlı, âlemlerin sonsuz olduğunu, ve, evrende, doğa kanunlarından başkasının etkili olamayacağını’ ileri sürmüştü. Bu üç kişiye, Osmanlı tarihinde özgür düşüncenin öncüleri olarak bakmalıyız. Ne var ki, onların verdikleri örnek, birer istisna olarak kaldı yine de; müminler ve onların manevi başları, yüzyıllardan beri sürüp gelen öğretim ve geleneklerden sıyrılıp çıkmak için, hiçbir aranış içine girmediler ve alışılmışı sürdürme mutlak kural olup çıktı..."
Tanilli'nin yapıtını okuyunca, günümüzü daha iyi anlıyorum. Türk-İslam sentezi uydurucularının amaçlarını da... Anadolu liselerine giriş sınav soruları arasındaki din bilgisi soruları öyle hazırlanmadı mı?