Anayı Kızından Ayıran...

Özer Derbil’in babası Prof. Süheyl Derbil, 1950'den sonraki yıllardan birinde. Düzce dolaylarında bir köye gider; köyde hoca vaaz vermektedir. Süheyl Derbil, hocanın sözlerine kulak verir:
Ellezine amenu min... "min" nedir burada? Min, "cer” demektir. Yani, "Namazını kılan, orucunu tutan, ulemaya yardım eden kullarım" diyor Cenab-ı Hak..
Süheyl Derbil'le birlikte o sıra, Mukbil Özyörük de varmış orada, o da anımsar belki, "Ellezine amenu min...", "Onlar ki. İnanırlar" demek.
"Min" orada bir bağ takısıdır. Halk ne bilsin, "min'in ne olduğunu? Gözü parada, yani cerde olan bilgisiz hoca, istediği gibi açıklıyor işte.
Ergun Göze'nin "İslam Ansiklopedisi" serüveninden hâlâ bir ses yok. Uğur Mumcu da yazdı, ona da yanıt yok.
Ama kendisi gibi düşünmeyenlere çatmaya gelince, mangalda kül kalmıyor. Bir zamanlar duruşması sürerken, Orhan Apaydın’a saldırırdı. Orhan Apaydın tutuklu, yani eli bağlı. Nasıl yanıt verecek? Vur gitsin...
Basın yasaları, bir konu yargıya yansıdığı anda, o konuda yorum yapılmasını engelleyici hükümler getiregelmiştir. Yirmi yıl kadar önce, "Kim" dergisinde çıkan bir yazım, basın yasasının o maddesine aykırı bulunduğu için üç ay hapis cezası da aldım. Bu bana bir ders oldu. O gün bu gün, edindiğim deneyimler sonucu, yasalara aykırı sözcük bile yazmamaya çalıştım.
2950 sayılı yeni Basın Yasası'nın 15. maddesinin ikinci fıkrası, eski 5680 sayılı Basın Yasası’nın 30 maddesinin ikinci fıkrasının aynıdır. Şöyledir:
"... ceza kovuşturmasının başlamasıyla, hükmü kesinleşinceye kadar, hâkim ve mahkemenin hüküm, karar ve işlemleri hakkında mütalaa yayınlamak yasaktır..."
Ergun Göze avukatmış. Karışmam avukatlığına. Nerede olursa olsun, bir gazetede yazı yazdığına göre, basın yasasına uymak istese de istemese de, gerçek gazetecilerin içine işlemiş olan "Basın Ahlak Yasası"na uymak zorundadır. Yalnız o değil, basında kalem oynatan öbürleri de.
Bunlara, basının kendi kendini denetlemesi ilkesi içinde gördüğüm için değindim. Bazı basının ne durumda olduğunu da görüyoruz işte!
Çıkar, para önemli bir öge de oluyor. Bir okurum anımsattı, sözü:
Para, anayı kızından ayırır! dedi.
Bir yandan din sömürüsü yapacaksın, Türkçe ezana karşı çıkıp, milliyetçiliği kimseye bırakmayacaksın, "Diyanet Vakfı”yla "sözleşme" yapıp, "İslam Ansiklopedisi" hazırlamak için yüz milyonları bulacak, "fizibilite raporu" hazırlayacaksın; buna ilişkin sorulara yanıt vermeyip, savcılığa yansımış bir konuda, suçlamalar yapacaksın. Bak, bu olmadı işte!
Abdi İpekçi, gazetede bir haber atlamışsak, o haber sevmediği bir gazetede de çıkmışsa, "Kıçıkırık gazete bile haberi vermiş, bizde yok!" der, sitem ederdi. Abdi İpekçi'nin, anımsatmak istediği gazetenin hangisi olduğunu anlardık. Adını yazmayacağım...
“Yankı”nın önceki gün çıkan son sayısında, eski gazeteci Cihad Baba’la basın üstüne bir söyleşi var. Ercüment Alan konuşmuş Baban'la. Baban, orada, "basın kendi özgürlüğünü korumayı bilememiştir" diyor. Abdi İpekçi'nin, "Bazı gazeteler okumak, bazıları da bakılmak için çıkar" sözünü anıyor.
Yankı'nın muhabiri, Baban’a "Gazetelere on üzerinden puanlar vererek, değerlendirip, başarı durumlarına göre bir sıralama yapar mısınız?" diye sormuş. Baban, şu yanıtı veriyor:
Bu sorunuza kesin cevap vermek zor olacak, değerleri herkese göre değişebilir. Meselâ ben sabahları evvela, Son Havadis’i alırım, yazdığım yazıyı okurum. Sonra Hürriyet’ten başlamak üzere diğer gazeteleri gözden geçiririm. Genel politikası ve birçok yazarlarının düşünceleriyle bağdaşmadığım halde, beni en çok meşgul eden ve verdiği havadislere itimat ettiğim gazete Cumhuriyet'tir...
Kanımca düşmanlık, kin değil, sevgi aşılamak gazetecinin, yazarın baş görevidir. Böyle yola çıkan kişi, hiç tasalanmasın doğruyu da arar, bulur, yazar. Onun eleştirileri de batmaz kimseye. Birer uyarı olarak benimsenir.
Turgut Bey'i, kuşkusuz sadece demokrasiden yana olduğu için kimi uyarılarla destekleyen Refik Erduran, pazartesi günkü yazısında ağırca eleştiriyor. Yazının başlığı "Deniz Bitiyor". Bu başlık altındaki yazısının bir yerinde Erduran, Güneş’te şöyle diyor:
"... Bugün yurdumuzda belirtileri hızlanarak açığa çıkmaya başlamış bulunan bir sağlık bozulması ve virüs canlanması var.
Lozan Alanı'nın ve Abdi İpekçi Parkı'nın adlarının değiştirilmesi değil ya, böyle konuların gündeme gelmesi, hatta -balon da olsa- söylentilerinin çıkarılabilmesi inanılmaz küstahlık ve çılgınlık örnekleridir.
... Böyle giderse, Özal iktidarının normal vadeden çok önce ölüm-kalım savaşları vermek zorunda bırakılabileceği şimdiden anlaşılmış bulunuyor.
Yılbaşından bu yana bizim ‘programını uygulamak bakımından hükümet takvime karşı yarış veriyor' diye gitgide artan dozda uyarılarda bulunmakta oluşumuzun nedeni buydu işte..."
Erduran önerilerde bulunduktan sonra, yazısını şöyle noktalıyor:
"... lütfen, ‘üç yıl sonra, beş yıl sonra' demesin yönetimin kurmayları,
Özal iktidarının üç-beş yılı yoktur."
Erduran’a katılmama olanağı var mı?