Anası Gibi Danası...

İstanbul’da, Ahmed Arif’in şiirlerini okuyacağı, Rahmi Saltuk’un çalıp söyleyeceği geceye izin verilmemiş, Ahmed Arif’i gördüm, üzgündü. 12 Eylül faşizmi hortluyor muydu ne? ‘Dur, sen’ dedim içimden; ‘Ahmed Arif’in dizelerini yayımlarım, okurlar okur; yüzbinler okur, böylece bir haksızlığı düzeltmiş olurum!’ Böyle düşündüm, böyle yaptım. Elimden gelen buydu. Önce, ‘Kalbim Dinamit Kuyusu’ndan birkaç parça; şöyle:
“Beni, yiğitler götürür/Katlarına/Sevda ile varılan/Yiğitler ki/Dişlerini tükürmüş/Yiğitler ki./Hayaları burulan.
Yan yana,/Upuzun/Boylu boyunca/Tepeden tırnağa kan/Yiğitler ki/Her biri bir parça vatan./Gözlerinde bir küfür kasırgası/Ana-avrat/Ah ulan...
Canımda damıttın/Seni ey zulüm,/Sancısını/İnceden/Kum gibi taşıdığım./Kasığımda/Amerikan kemendi/Bağıra bağıra/Geceler boyu/Kaskatı kesilip/Kan işediğim.
Uzmandı her cellat/Ve hinoğlu hin,/Akım kabloları/Kıskaçlarıyla,/Bilenmiş azıları/Ve hınçlarıyla/Buyruğunda/Gangster emperyalizmin,/Gene de yıkamadılar, / Sökemediler... / Ve bozguna uğradılar sonunda,/Karşısında/Çırılçıplak yüreğin..!’’
“Yurdum Benim Şahdamarım”da Ahmed Arif şöyle der yer- yer:
“Engereğin dişlerine işledim, /Ağu dişlerine/Oluktu, çentik... /Ve vurgun./Gözleri bir çift cehennem/Burnuna kan tütmüş/Pars bıyığına.../Dağın pulat yüreğine işledim, /Şimşeğin masmavi usturasına/Sevdanı usul-usul/Sevdanı mısra mısra/Lo ben seni hapislerde sevmişim,/Ben seni sürgünlerde./Yurdum benim Şahdamarım...
Yücende buzul/Ve kar, /Maviş dağ tavşanları/Gün vuranda ağaran/Zemheri yılanları/Ve yakut bir hışımla/Öyle çakılan/Sonsuzluğun yakışığı kartallar.
………………….
Başım gözüm üstünesin/Suskum, avazım üstüne.../Adından başka silâh/Yazgından başka günah/Daha yazmamış/Hiçbir gizli dosyada/Hiçbir açık kitapta.
Peşinde azgınları/Kanlı paranın/Yani dolar itleri/Altın, sterlin kurtları/Ve petrol Nemrutları/Ve kurşun yezitleri,
………………….
Kaçgunda, kaçakta/Can havimdesin../ Ve çocuk ölüleri/Parçalanmışlar/Daha süt kokuyorlar/Ve anne ölüleri/İncecikten, gencecikten/Açık hepsinin gözleri.../Halkım benim/Askıda çığ….
……………”
***
Dün, Deniz Gezmiş, Yusuf Aslan, Hüseyin İnan’ın -haksız yere- asılışlarının, canlarını yitirişlerinin yıldönümüydü. O geceyi nasıl unuturum? Milliyet’ten ayrıldıktan sonra, Türk Haberler Ajansı’na girmiş, baskılar sonucunda oradan da ayrılmak zorunda kalmıştım. Arada sırada ‘Yankı’ya haber toplamakla birlikte İşsizdim. Eylem, 1 yaşındaydı, annesi Özlem'e gebeydi. İki sivil polis, 'Yankı’ya gelmişler gece sokağa çıkma kartımı elimden almışlardı. Çok inceydiler. Biri:
Mustafa Bey, sokağa çıkma kartınızı verir misiniz? demişti. Sesimi çıkarmadan çıkarıp verdimi Arkadaşlarım, bir şey sezinlememişlerdi. Yankı'da, daktilomun başındaydım. 12 Mart faşizmi dişlerini gösteriyordu...
Deniz'lerin asıldığı gece, sokağa çıkamayacaktım! Yabancı basından gazeteciler, "Ne oldu, bir şey var mı?” diye bana soruyorlardı telefonla. Savunman Halit Çelenk’i aradım. Gece, gider ne ederse haber vermesini rica ettim. 5 mayısı 6 mayısa bağlayan geceyarısından sonraydı. Telefon çaldı; Halit Çelenk'ti!'
Haber verdiler, şimdi çıkıyorum! dedi... Yatağıma döndüm, eşim ağlıyordu!
Mümtaz içerideydi galiba; Sevgi Soysal’la giderken Kızılay'da, Yusuf Aslan’ın babası ile karşılaşmıştık. Üç gencin gömüt taşlarının yapılması sırasında güçlükler çıkartıldığını söylemişti. Üç gömüt de yan yana konmamış, gomülleri bile ayrılmak istenmişti Sevgi Soysal, şöyle dedi:
Onlara gömüt gerekmez; bir gün anıtları dikilir!
Birkaç günden beri, bir bayan okur (H.B.) sürekli aradı; bir bilgi almak istiyordu:
6 mayıs pazartesi günü, Karşıyaka’da tören yapılacak mı?
Ben, haksız yere asılan o çocukları gönlümde anacağım! dedim. Gidip, bir çiçek bırakan da olabilir. Bilmiyorum... solcu hükümlüler, tutuklular, cezaevlerindeydiler. Değişen ne vardı?
***
Kuzey Kıbrıs’ta, ana muhalefet partisi, CTP’nin Dış İlişkiler Yazmanı Fadıl Çağda, Kıbrıs’a döndü. Döner dönmez de telefon etti. Rum kesiminden AKEL (Çalışan Halkın İlerici Partisi) yöneticileri, Cumhuriyetçi Türk Partisi’nin çağrılısı olarak kuzeye geçmişler. AKEL Genel Yazmanı Hristosyas başkanlığında altı kişi. Gözlemlerim o ki, Kıbrıs’ta Türk-Rum birlikte yaşamayı, iktidardan çok muhalefet istiyor gibi.
Denktaş yönetimine, muhalefet gazeteleri ‘anası gibi danası’ başlığını atıyorlardı. Anlayacağınız Hacı TÖ yönetimine, yöntemine benzetiyorlardı, Denktaş’ın din kitapları var; Hacı TÖ, Singapur’da başı takkeli namaz kılıyor...
29 Mayıs günü, Fadıl Çağda’nın yardımcısı Özkan Gülok, üç kişinin taşlı sopalı saldırısına uğramış, kıyasıya dövülmüş. Saldırganlar bulunamamış. Denktaş yönetiminden önce, Kıbrıs’ta daha bir demokratça yönetim mi vardı? Şimdi, ‘sine-i millet'e dönen muhalefet milletvekilleri, milletvekilliklerini de yitirdiler, Meclise dönemediler. Ulusal Birlik Partisi, Denktaş’ın ilginç seçim yasasıyla, çoğunlukta. Erken seçime de gitmiyorlar. Sallıyorlar, savsaklıyorlar seçimleri. ‘Rumlar gelecek’ kışkırtmacasıyla, iktidarlarını sürdürüyorlar işte. Tam anası mı ne?
***
Bugün Cumhuriyet’in yaş günü; 67 yaşını bitirdi, 68’ine bastı Cumhuriyet. Cumhuriyet’in gerçek sahiplerine, okurlarına kutlu olsun!
Mahmut Makal anlatmıştı, Tonguç şöyle dermiş:
Memleketimiz bilgili insan yönünden yoksul sayılmaz; her şeyi iyi kötü bilenler var. Fakat, sağlam karakterli, direnen insan yetiştirmek esas. Nedense, geçmişten bugüne bunu pek başaramadık! Bunu başarmalıyız...
Köy Enstitülerinin amacı buydu. Sağlam karakterli, direnen, eleştiren, yerinde kafa tutan insanlar yetiştirmek. Köy Enstitülülere bakın, o direniş havasını gözlerinde okursunuz. Cumhuriyet okurları öyledir. Onlar, laiklikten, sosyal adaletten, halktan yanadırlar; doğrulardan yanadırlar. İlhan Selçuk, şöyle demişti:
Bütün tarih, doğrudan yana olanların yenilgileriyle dolu. Doğruları tutan her zaman yense, tarih tarih olmazdı.