Haydar Kutlu'yla Nihat Sargın, Hasan Esat Işık'a yolladıkları çiçeğin TBMM önündeki güvenlik görevlilerince durdurulup adları yazılı kâğıdın yolunmasından sonra salıverilmesine büyük tepki gösterdiler. Savunmanlarından Ahmet Toptan’a şöyle dediler:
Ölümünden çok üzüntü duyduğumuz iyi insan, Hasan Esat Bey'e bilinen nedenlerle son görevimizi "törene katılarak" yapamadık. Hiç olmazsa çiçek göndererek görevimizi yapmak istedik. Bu kadar doğal, insani bir olayı nasıl engelleyebilirler? Dostluklara da karışmak polisin görevi midir?
Ahmet Toptan, Haydar Kutlu'yu hiç böyle öfkeli, sinirlenmiş görmemiş miydi? Emniyetteki işkenceden söz ederken bile böyle sinirlenmemiş miydi? Ankara Merkez Cezaevi’nde, kendilerini gören savunmanlarına hep bu olayı anlattılar. Bu olaya sert tepki göstereceklerini belirtmişlerdi. Örneğin, bu konuda ortak dilekçe vermeyi tasarlıyorlardı. Haydar Kutlu, çiçek olayıyla ilgili olarak savunmanı Erşen Şansal'a şöyle dedi:
Polis, emniyet, vatandaşların bir cenazeye çiçek göndermesini nasıl engelleyebilir, nasıl karışabilir? Bunu engellemenin hiçbir hukuksal dayanağı yoktur. Polisin bu müdahalesinin peşini bırakmayacağız.
Erşen Şansal, Haydar Kutlu'ya sordu:
Gazi Osman Paşa, kaçıncı göbekten dedeniz olur?
Vallahi bilmiyorum, ama Gazi Osman Paşa olayı doğru...
Nihat Sargın da, babasıyla ilgili "Ankara Notları"nda çıkan
bilgilerle ilgili olarak, "Ekmekçi nereden bulmuş bunları?" dedikten sonra şu bilgiyi verdi Şansal'a:
Babamın yaralanması Kurtuluş Savaşı'ndaki bir yaralanma değil; babama bir çeteyi izleme görevi verilmiş, gerici bir çete bu, orada yaralanmış. Kurtuluş Savaşı gazisi olan amcamdır. Babam, Mareşal Çakmak'la Atatürk arası bir dönemde Harbiye'yi bitirmiş. Atatürk'ün Anadolu'ya geçişinden bir süre sonra ona katılmış. Babam, daha Balkan Savaşı’ndan önce İttihatçı, 1908'de İttihatçı, ancak sonra arkadaşlarına şöyle der:
Ben orduya giriyorum, benim İttihaçılığım sona ermiştir...
Haydar Kutlu’yla Nihat Sargın, 16 Kasım 1987'de yurda dönmüşlerdi; kendi ayaklarıyla yurda dönenler, roman konusu olacak denli yoğun serüvenler yaşadılar. Bunların kimi unutuldu gitti. Gelişlerinden on beş gün önce, 30.10.1987'de, DGM C.Savcı Yardımcısı Yüzbaşı Ülkü Coşkun, Ankara Emniyet Şube Müdürlüğü'ne yazdığı bir yazıda şöyle diyordu:
"Türkiye'de mevcut anayasal düzeni yıkıp yerine Marksist- Leninist temele dayalı komünist bir devlet yönetimi kurmayı amaçlayan Türkiye Komünist Partisi'nin Genel Sekreteri olan Musa oğlu, 1944 d.lu, Naciye'den olma, parti adı Haydar Kutlu olan sanık Yaşar Nabi Yağcı ile yine Türkiye'de komünist bir düzen kurmak için faaliyet gösteren Türkiye İşçi Partisi'nin Sekreteri olan M.Fahri oğlu, 1926 d.lu, Aliye'den olma, Ahmet Nihat Sargın’ın yurtdışında Türkiye aleyhine illegal gizli örgütü sevk ve idare ettikleri ve son günlerde Türkiye'ye giriş yapacaklarına dair gazetelere beyanat verdikleri görülmüş olup (amma uzun tümce?)
Yukarıda açık kimlikleri yazılı T.İ.P. ve T.K.P. Genel Sekreteri olan sanıkların Türkiye'ye giriş yaptıkları takdirde komünist amaçlı cemiyet yöneticisi olmak suçlarından derhal yakalanıp C.Savcılığımızdan sorgulanmaları ve delillerin toplanması amacıyla gözetim istenmesi ve bu konudaki gelişmeler hakkında C.Savcılığımızca temas edilmesi rica olunur."
Gelişlerinden iki gün önce ise DGM Savcısı Nusret Demiral imzasıyla, Ankara Emniyet Siyasi Şube Müdürlüğü'ne yazılan ikinci bir yazıda, Haydar Kutlu'yla Nihat Sargın’dan başka, Ahmet Kaçmaz ile Gültekin Gazioğlu'nun da adları verilerek, "Bu sanıkların derhal yakalanmaları, yakalandıklarının Savcılığımıza bildirilmesi, Türkiye aleyhine yıkıcı faaliyetlerde bulunmak, anayasal düzeni yıkmak için faaliyet gösteren cemiyetlerin sevk ve idarecisi olmak suçlarından sorgulanmak üzere Savcılığımızdan gözetim süresi talep edilmesi, sanıkların haklarındaki delillerin toplanması ve bu konudaki gelişmeler hakkında Savcılığımızla temas edilmesi rica olunur” denilmekteydi.
O sırada, Haydar Kutlu'nun hiçbir savunmanda "vekâletnamesi" yok muydu? Erşen Şansal'da, Nihat Sargın'ın eski bir "vekâleti" vardı. O nedenle, DGM savcılarıyla Erşen Şansal görüşüyordu. Erşen Şansal, 6 kasımda, DGM Savcılığı'na bir dilekçe vererek müvekkkili Nihat Sargın'ın kendiliğinden yurda döndüğünü anımsattı; sürekli savunmanlarla görüşmelerinin sağlanmasını istedi. Nusret Demiral ona "Tabii hakkınız" dedi, "Kutlu için bir avukat, Sargın için bir avukat.. Görüştüreceğim. Ama sakın basına haber vermeyin!" diye ekledi. Ama hiç gerçekleşmedi. Zaman zaman başvurular oldu:
Efendim, müvekkillerimizle görüşecektik, ne oldu?
Aman basın duymasın, basından gizleyin...
Böyle diye diye oyalamış mıydı savunmanları? Demiral, bir ara sanıklardan birini Avrupa'dan arayan eşiyle görüştürdü, bir rastlantıyla.
Haydar Kutlu'yla Nihat Sargın'ı savunan savunmanların sayısı ilk günlerde 330 dolayındaydı, şimdilerdeyse 900'e yaklaştı. Duruşmaların ilk gününden beri, duruşma salonu değiştirilmedi; gazetecilerle savunmanlardan, bir de yurtdışından gelen konuklar dışında, izleyicilerin içeri alınmamasına çalışıldı! İçeri girebilenler de fişlendi!..
9 Temmuz 1989, Cumhuriyet