Altın Kafes...

Celal Vardar yazdı defterime "Altın Kafes" şiirini, şöyle:
"Bursa mapusanesinden kaçılır / Sinop kalesinden kaçılır / Askerden de / Evden kaçılmaz."
Celal Vardar, "kırk kuşağı"ndandır. İstanbul’da oturur, Ankara’ya, şöyle bir eski anılan yaşamaya gelmiş olmalı. Şiiri Tahtakılıç'a okudum, o da bir halk sözünü söyledi:
— İniydi, miniydi, eviydi...
Celal Vardar, "Ev de bir çeşit tutsaklık"mı demeye getiriyor?
Hüseyin Cahit Yalçın, kızlarından birinin adını "Azade", birininkini "Hürriyet" koymuş. Oğlu da "Ümit", o yıllar, o adları koymak oldukça sakıncalı. Ümit veremden ölmüş, şimdi "Özgür" adı nasıl da çok...
Dil bayramı geçti ya, Türk dilinin özleşmesine büyük emek vermiş olanların anılmasını beklerdim. Olmadı, o zaman kendim anayım dedim, oturup Nurullah Ataç’ın "Günce”lerini okudum. Ataç'ın "Günce”leri arasında 1957'lerde yazdığı "özgürlük" başlıklı olanından alıntılar yapmayı kafama koydum. Şöyle diyor Ataç:
"Özgürlük!.. Özgürlük!.. diye iç çekenlerin çoğuna şaşıyorum. Ne yapacaklar özgürlüğü? Ellerinde olan özgürlüğü de kullanmıyorlar. En küçük çıkarlarından geçemiyorlar, bir arkadaşı gücendirmeyi göze alamıyorlar. Bir diyecekleri varsa çevrelerine iyice bir bakmadan söyleyemiyorlar, bir işte yanıldıklarını anlamış olsalar bile bir türlü bilinemiyorlar (itiraf edemiyorlar), bunu duygularına göre düşünmekten alamıyorlar kendilerini. Bir takılmaya uğradılar mı kızıyorlar da hınç bağlıyorlar karşılarındakine, belli ki kendileri başa geçse onlar da karşınlarını (muhaliflerini) sıkı altına baskı altına alacaklar. Nedir öyleyse istedikten özgürlük? Başa geçmek, diledikleri gibi kazanmak, duygularına göre yaşamak, kendileri gibi söyleyemeyenleri susturmak özgürlüğü mü? Ne diyorlar, baştakilerin suyuna gitsinler, kolayca kavuşurlar o özgürlüğe.
Özgürlük, gerçekten düşünenler için bir gereksinmedir. Gerçekten düşünen kimse de duygularının tutsağı değildir. İnandığını söylerken kimseyi gücendirmekten, asılarını (menfaatlerini) çıkarlarını yitirmekten çekinmez, yaygın düşünüleri —salt çoğunluk böyle istiyor diye— denetlemeksizin taplamaz (kabul etmez), geçim kaygısıyla susmayı yeğlemez (tercih etmez), kendisi bir yalanla kandırılmak isteyemeyeceği gibi kimseyi de bir yalanla kandırmağa kalkmaz, doğru diye bildiğini söyler, gene yaşamda (hayatta) doğrunun gizlenmesi gerekecek durumlar olduğunu taplamaz.
Biz düşünmenin ne olduğunu bilmiyoruz. Çıkarımızı sağlamak için yollar ararız, ona da düşünme deriz, bir suçumuzu örtmek için bir takım yalanlar uydururuz, ona da düşünme deriz. Hindi gibi düşünmek de vardır. O türlü düşünmeler için özgürlük gerekli değildir. Övgüler düzen yazar da "ne söylesem beğendiririm büyüklere kendimi'' diye düşünür, öyle düşünmek için özgürlük gerekli değildir. Özgürlüğü gerektiren düşünme, çıkarlarımız, duygularımız ötesinde doğruyu araştırmak olan düşünmedir. Onu da pek göremiyorum."
Dilde özleşmenin unutulmaz emekçisi Ataç, özgürlüğün eylemle ilişkisini anlatıyor daha sonra, şöyle diyor:
"... Özgürlük de savaş gibidir, sözle, yırla olmaz, eylemle olur. Bütün sıkıntıları göze alarak düşündüğünü söyleyen, yapan kişi eylemi ile kaçınıyor mu bundan, bilin ki gerçekten duymuyordur özgürlük gereksemesini, gerçekten vurgun değildir o, sevi (aşk) üzerine Mecnun'dan ne duymuşsa onu okumakla yetiniyor."
***
29 eylül cumartesi günü, Konur Sokakta "Dost Sanat Ortamı" salonunda, "Yarın" dergisinin yaşgünü kokteyli vardı. "Yarın" üç yaşını doldurdu, dördüne bastı. Yarın'ı, çokluk gençler çıkarıyor. Ayda bir çıkıyor. Şiire, karikatüre özel bir yer ayırıyor. Bunun yanında, okur mektuplarına, haberlere, inceleme yazılarına, fotoğraflara, öykülere de yer veriyor. Yarın'ın "Üçüncü Yıl Sergisi" bu hafta sonuna dek açık kalacak. "Yarın”cılara uzun bir yaşam diledim...
* * *
"Osmanlıca Yürü..." başlıklı "Ankara Notları"nın sonunda, "17 ağustos cuma akşamı, TV'de Ülkü Beşgül türküler söylüyordu." Türkünün "Kız nişanlın geliyor, kostak kostak yürü..." dizesini, "Kız nişanlın geliyor, Osmanlıca yürü..." diye okudu. "Neden bilmem, yadırgamak geçmedi içimden..." diye yazmıştım. Ülkü Beşgül'le konuştum. "Ben yıllarca ‘kostak kostak...' diye okudum, ancak o gün, basılan notada ‘Osmanlıca yürü’ diye yazıyordu. O nedenle öyle okudum..." dedi. Demek nota, TRT’de değiştirilmiş, sanatçının öyle okuması istenmişti. Yadırgamadım...
Türkünün tümüyse şöyle: "Şu dağları aşmalı / Çifte camız koşmalı / Yar askere gidende / Kiminen buluşmalı? / Var yürü yürü. Kız yürü yürü / Kız nişanlın geliyor / Kostak kostak yürü..."