Altıkulaç’ın Kulaçları...

Geçtiğimiz haftalardan birinde. Arnavutluk Büyükelçisi Gjylani Shehu’ya (Gulani Şehu) yemeğe gideceğimi, ona Arnavut fıkrasını anlatacağımı yazmıştım. Gittim, Arnavut yemekleri yedim acılı. O günden beri yazmaya elim değmedi bir türlü. Fıkrayı okumuşlardı, ancak pek anlayamamışlardı. Acaba Arnavutlar için iyi mi, kötü mü yazmıştım? Bir kez daha anlattım, gülüştük. Hani Vedat Türkali’nin anlattığı fıkra vardı ya, o iki arkadaş, lokantada yemek yedikten sonra, hesabı "Ben ödeyeceğim", "Yok, sana ödetmem, ben ödeyeceğim" diye tartışırlarken, bunu gören Arnavut lokantacı da, "Vallahi ben de almayacağım" der...
Fıkra, Arnavut inadını anlatıyordu gerçekte. Yemekte sordum:
—Bu yediğimiz yemeklerin parasını kim ödeyecek?
—Bu yemeğin hesabı Enver Hoca'dan, dedi Tahsin Saraç. Enver Hoca adına, büyükelçinin eşi Fatma Hanım'da...
Yemekte çağrılı olarak, Tahsin Saraç'tan başka Anadolu Ajansı Dış Haberler Müdürlüğü’nden kısa süre önce ayrılan Gönül Buran, gazeteci Kemal Bayram Çukurkavaklı da var. Tahsin'le Kemal, şimdi Arnavutluk'talar.
Konuşmalar dostluk üstüne sürüp gidiyor yemekte. Arnavutlarla çok anılarımız olduğunu söylemek istiyorum. Büyükelçi Gulani Şehu:
—Var, diyor, sayıyor: Arnavut ciğeri, Arnavut kaldırımı, Arnavut biberi, bir de Arnavut inadı!
Fatih'in Müslümanlaştırdığı toplumdan, neler kaldı diye düşünüyorum. Çoğunun adı, Leyla, Hasan, Hüseyin, Mustafa da, ne Türkçe biliyorlar, ne bir şey. Apayrı bir toplum çıkmış ortaya, giderek. Daha yazacaklarım vardı, dediğim gibi elim değmedi Ankara’daki olayları izlemekten. Yeni öğrendim, Gulani Şehu hastalanmış, Gülhane Hastanesi’ne yatırılmış, ameliyat olmuş. Arayıp bir ‘geçmiş olsun' diyeceğim...
Vedat Günyol da İstanbul'da hastaymış, dört gündür yatıyormuş. Vedat Bey'in bir an önce sağlığına kavuşmasını diledim. Vedat Günyol, Oktay Akbal, Ferit Edgü, Doğan Hızlan Almanya'ya çağrılmışlardı, gitmemişler. Almanların, uçak biletlerini yolcu uçağından değil de, "charter" dedikleri yük uçaklarından ayırtmalarına alınmışlar. İyi etmişler. Öğrendiğime göre, uçak biletleri sonradan değiştirilmiş, ancak Vedat Bey hastalandığından gidememiş.
Ankara'da güzel sergiler var: Sanatevi'nde Avni Memedoğlu'nun sergisi istek üzerine 4 mayısa dek uzatılmış. Mi-Ge'de Duran Karaca'nın, Evrensel'de Kayıhan Keskinok'un, Karamürsel’in bitişiğindeki Akbank Sanat Galerisi'nde de Gönül Akın'ın sergilerini gördüm. Sanat Kurumu'nda da İzmirli iki bayan sanatçının sergileri var. Kibele'de Balaban'ın sergisine gidemedim daha..
Kayıhan Keskinok'un kadına dolanmış yılanı ilginçti. Yılan sevimsiz geliyordu insana. Keskinok’a göre, yılandan tehlikeli daha neler varmış. Horoz da, Keskinok'un resimlerinde boş "gurur”u simgeliyormuş... * * *
Diyanet’le, Diyanet Vakfında olup bitenleri inceliyorum günlerdir. Türkiye Diyanet Vakfı ile Tercüman gazetesi yazarı Ergun Göze arasında 23.12.1980 tarihinde "Büyük İslam Ansiklopedisi" sözleşmesi imzalanır. Sözleşme 14 madde. Ergun Göze, baş redaktör olarak görevlendirilir. Sözleşmenin onuncu maddesine göre, Ergun Göze iki türlü ücret alacaktır, a) Son redaksiyon ücreti, b) Yüzde 5 telif ücreti (yüzde 5 x cilt fiyatı x tirajı).
18.5.1981 tarihli ek sözleşme ile Ergun Göze ye altı yıl süreyi aşmamak üzere, altmış bin lira aylık bağlanması sağlanır. Telif ücreti ise, yapıt bittiğinde ki, 10 cilt olursa, her ciltten on bin adet basılırsa, bir cildin değeri beş bin TL. olarak hesaplandığı varsayımına göre, yüzde 5x10x10.000x5 = 25 milyon TL. ödenecektir. Ergun Göze'nin hazırladığı fizibilite raporuna göre, 10 ciltlik ansiklopedi 708 milyon, 910 bin TL.na çıkacaktır. Ansiklopedi hazırlanamayıp ortada kaldığı için, Ergun Göze "telif ücreti" almamış, ancak Göze’yle 1982 nisan avında 16 milyon 99 TL avans ödenmiş...
İş, bir kez başından sakat tutulmuş uzmanlara göre. Yayımlanan İslam Ansiklopedisi varken, bir de Diyanet Vakfı’nın nesine? Sonra niçin Ergun Göze? Yoksa, Tercüman’ın yayımladığı İslam Ansiklopedisi’yle bunun arasında bir bağ mı var?
Tayyar Altıkulaç, bu haftaki ‘'Yankı”ya demecinde. "Hiçbir yolsuzluk olmamıştır" diyor. Bilmiyoruz. Bir Meclis araştırması, bir Meclis soruşturması açılmamış ki, bilelim. Mahkemedeki dava, avukatın izlememesi nedeniyle düşmüş. İzlememe buyruğunu kim vermiş, araştıracağım...
Bazı Diyanet yayınlarında geçen sözler gerçekten yürekler acısıdır. Yanlışlıklar, tutarsızlıklar belki yeni değildir, sürüp gitmiştir. Ancak, bir noktada bunların durdurulması, lâik bir ülkeye yakışır biçime getirilmesi gereklidir. Atatürk’ün oturttuğu sağlam raya oturtulmalıdır. Biz gazeteciler için ilginç gelebilir, zaman zaman haberler çıkar: "Diyanet İşleri Başkanlığı şu fetvayı verdi” filan diye. Ne demek fetva? Ne demek, "Başöğretmen Atatürk" salonunda "cin vardır" tartışması? Atatürk, şapka devrimini yaparken, harf devrimini yaparken, dil devrimini yaparken fetva mı aldı? Diyanet "fetva" makamı değildir. Vakıflar aracılığıyla da olsa, mal mük edinmesi tümüyle yanlıştır. Atatürk, bugünleri görerek Diyanet İşleri'ni "tüzelkişi" saymadı. Yetkililerin, konunun üzerine gerçekten ciddi bir biçimde eğilmelerini istemek, kamu görevi yapan bir gazetecinin başlıca işidir. Günlerdir bunu yapmaya çalışıyorum. Kanımca, sorun Meclise yansıtılmalı, ya Meclis araştırması, ya da Meclis soruşturması açılmalıdır. Altıkutaç'ın kulaç kulaç demeçleri, bu girişimi önlememelidir.