Alman Kuzusu

Hannover Havaalanında düşüp sırtüstü yuvarlanacağım dünyada usuma gelmezdi, içimden:
Bu Almanlar da nasıl temiz, yerleri sabunlu suyla yumuşlar, ayağım ondan kaydı! diye geçirdim. Adamın biri:
Ben söylemiştim olacağı! dedi, biri düşecekti, işte düştü!
Uçaktan inmiş, pasaport denetiminden geçmiş, bavulların bulunduğu yere gelmiştim. Daha adımımı atar atmaz, kendimi sırtüstü yerde buldum! Ellerimden yapışanlar da kaldıramıyorlar, tam kaldıracakları sırada, yine kayıyordum. İşin içyüzü şuymuş: 8izim Türk işçilerden biri, Türkiye’den zeytinyağı getirmiş; uçakta delinmiş zeytinyağı tenekesi. Valizlerin konduğu yere akmış, durmuş; yerler, zeytinyağı gölü olmuş. Baktım, herkes durduğu yerde kay- mamaya çalışıyor, dengesini koruyor. Ben, biraz geç geldiğim için zeytinyağı gölüne basıp kaymışım!
Peki yolcu nerede?
Adam hiçbir şey olmamış gibi aldı valizlerini gitti!
Ben, kuzu gibi yerde yatıyorum; kalkmak için çırpınıp duruyorum; ı-ıhh... boşuna!
Pantolonum vıcık vıcık yağ içinde; ellerim öyle. Ne yapacağım? Sonra anlattılar: Benim başıma gelen bir şey değilmiş; uçakta patlayan zeytinyağı tenekeleri, yolcuların üstüne sızarmış. Yurt özlemiyle Türkiye'ye giden işçiler, oradan salça, bulgur bulamaç, pekmez, bal, peynir, zeytin ne bulurlarsa getirirlermiş.
Peki, bunlar Almanya'da yok mu?
Var, ama onlar köyden geleni yeğliyorlar!
Beni Almanya’ya çağıran Nebahat Hanım, dışarıda sağa sola bakınıyor, görmeye çalışıyordu. Kısaca, başıma geleni anlattım; Nebahat Hanım'ın arabasıyla havaalanından Bielefeld'e gideceğiz.
Benim oturacağım yere bir gazete serelim de arabanın koltuğu batmasın! dedim.
İndiğimizde baktım, gazete yağ içinde kalmıştı. Sabah pantolonu temizleyiciye verdik: bereket bir yedeği vardı! Nebahat Hanım, başıma gelenlere kahkahalarla gülüyordu. Nebahat Hanım'ın kahkahaları ünlüydü. Geçmiş yıllarda bir gezimizde, Tarık Zafer Tunaya Nebahat Hanım’a "Bayan Kahkaha!" demişti.
Almanya'ya ilk, 1964 yılında Hasan Özkan'la birlikte gelmiştim; “Çarıklılar" başlıklı bir yazı dizisi, Milliyet'te çıkmıştı. O zaman da merakla sorardım, "İşçiler domuz ati yiyor mu?" diye. Hasan Özkan:
Biz yiyoruz abi! demişti. Arkadaşımız Ahmet besmele de çekiyor, "burada nimet bu!" diyor.
Hasan Özkan Berlin'de oturur, üniversitede çalışır. Onunla konuştum, telefonda şöyle diyordu:
Bekliyoruz Berlin'e, kalk gel! İnsan kapıya gelir de içeri girmez mi? Senin için bir "Alman kuzusu " da pişiririz! Geçen yıl Cumhuriyet Bayramı’nda bir Alman kuzusu, bir Türk kuzusu pişirdik; isteyen istediğinden yedi!
Yıllarca, Almanlarla Türklerle çalışan bir arkadaşım anlattı: Türkler için bir eğitim seminerinde bir yemek verileceğinde uyarırmış Almanları:
Türkler çokluk domuz eti, domuz salamı yemezler. Peyniri filan daha çok koyun! dermiş.
Bir gün mutfak sorumlusu Alman şöyle demiş:
Siz öyle dediniz ama her yemekte, her kokteylde domuz etleri ve salamlar bitiyor, peynirler hemen hemen olduğu gibi duruyor! (Domuz etlerinin tükenmesi, evde az et yendiğinden mi?)
Gerçekte, Almanya'da yaşayan göçmen gruptan içinde Türkler. Alman toplumuyla en güç uyum sağlayabilecek kişiler. Portekiz, İspanyol, İtalyan, Grekler öyle değil: Onların dil, din, tecimse! (ticari), ekinse! (kültürel) yönden ortak paydaları var. Türkler ise onlara bakarak en az Avrupalı olanlar. Alınanlara gelince, çok ekinli (kültürlü) bir toplumu benimseyememiş olmaları nedeniyle, onlar da uyum sağlamada güçlük çekiyorlar. 70 yıl önce Kanada’ya göçen Almanlar, orada Almanya'daki ekinlerini korumaya çalışıyorlar. İkinci Dünya Savaşı sonlarında, Almanlar bırakalım çok ekinli toplumu, çok renkli giysilerle donanmış bir yaşamı, güneyli göçmenler, örneğin İtalyanlar, Grekler, Türkler Almanya'ya akın ettikten sonra görüp öğrendiler. Giysileri genellikle kara, gri renklerden oluşurdu. Kırmızıyı bilmezler miydi?
Burada Türk kadınları bilinçlenmeye başladılar. Yapılan bir araştırmaya göre ülkesine dönmek istemeyenlerin çoğu kadın. Çalışmayan kadının kocasına yemek yapmaktan başka işi yok! Musluğu açtı mı su akıyor, hem de sıcak su. İnsanlar buraya da alıştı artık; temizliği, düzeni, sağınını, (doktorunu) seçebilme özgürlüğü var. 1964 yılında buraya geldiğimde. Türk işçilerinin sayısı 80 bin kadardı. Şimdi ise 1 milyon 750 bin dolayında Türk var. Bunların çoğu artık Türkiye'ye dönmek istemiyor.
Türkiye'ye dönmek istemeyenler önemli bir nedenle kara kara düşünmeye başladılar. Bu da Almanya'daki yabana düşmanlığı!
Kalp krizi geçirip üç dakikada sayrı evi ne kaldırılan bir Türk, kurtarıldıktan sonra komadan yeni çıkmışken:
Gidelim buradan, burada bizi öldürürler! diye çırpınıyordu! Eşi dil döküyordu:
Kimse bir şey yapmaz, hem bu halinle nereye gidelim? dese de, ı-ıhh..
Bu yıl dazlakların saldırısı sonucu 11 kişi ölmüştü. Çok kimse, "Hitler döneminde Yahudilerin gaz odalarında yakılmaları gibi bizi de bir gün yakarlar mı ki?" diye kara kara düşünmeye başladı...