Allık...

İlçeye atanan genç ebenin titizliği, kısa sürede yayıldı. Ebe, öylesine temizliğe düşkündü ki, eh artık.. Mahallede gezmeden, eve dönerken yolunun üstüyse, bize uğrar birkaç dakika oturur; bir bardak su içer, giderdi. Ebe, su istedi de içti diye, anam nasıl sevinirdi. Her evden su içmezdi. Ebenin su içtiği bardağı saklamadık ama, bardağın, nasıl çalkalanıp, yıkandığını, ovulduğunu, ondan sonra testiden su konarak götürüldüğünü iyi anımsıyorum.. Anam:

— Ebe hanım uğradı, su içti gitti.. diye övünüyordu. Titiz mı titiz dedim ya, bakkaldan, kasaptan bir şey alacağında, dünyada elden almazdı. Bir maşayla filan tutup verecektiniz, istediğini!

İlçenin bakkalı Macar Köse de, muzip mi muzip biriydi. Ebe hanım, gelip sabun mu istemiş, ne istemişse. Macar Köse, kocaman Ömer-i muharrem sabununu, ebenin eline tutuşturuvermez mi?

— Ayy, elini dokunma sabuna! demiş ebe. Macar Köse, öfkelenmiş:

— Elimde şey mı var?

— Elimde şey mi var? — Ayy, terbiyesiz! deyip fırlayıp çıkmış dükkandan ebe.

Kahvede Macar Köse'ye takılırlardı:

— Köse, ebeye ne dedin allahaşkına, haydi bir anlat.. Köse anlatırdı..

İçimden, ebeye içerler, titizliği yüzünden böyle dile düşmesine pek anlam veremezdim. Kentten bir yerlerden gelmişti besbelli. Oralarda her şey tertemizdi. Kimse kimsenin elinden bir şey almaz, satılan şeyler el değmemiş paketlerde olurdu..

O ebe, çok kalmadı galiba ilçede, gitti Köylüler temizdi oysa. Azından temizliği severlerdi kadınları. Her hafta, Bitli Pınar'ın önünde koca kazanlar kaynatılır, çamaşırlar küller karıştırılmış suda yıkanır. Tokurcakla pat pat vurularak, çamaşırların kiri akıtılırdı. Tabi, tokurcakla yıkanan çamaşırdan da hayır kalmaz, çok geçmeden gömlekler incelir, erirdi..

Buz gibi de olsa su, her sabah yüzümüzü yıkardık. Bir gün çeşmede şap şap yüzümü yıkarken, dayım gördü:

— Yeğenim, yüzünü yıkama! dedi.. — Neden dayı?

— Kurumaz sonra, yeğenim!

Bir sabah, gözlerimi çapaklı gören babam, çıkıştı:

— Yüzünü niye yıkamadın?

— Şükrü dayım, kurumaz dedi! — Git, yıka yüzünü..

Sonra, Şükrü dayımı da azarladı: «Yapma Şükrü, takılma şu çocuklara!» dedi. Şükrü dayım kıs kıs gülüyordu...

Köylerde, kasabalarda küçük çocukların tırnaklarını kesmezlerdi..

Yaşlılar, genç gelinlere öğüt verirdi:

— Aman anam, kesme çocuğun tırnağını. Büyüyünce hırsız olur!

Niye hırsız olsun ki? Uğur Mumcu'nun açıklayıp durduğu, yolsuzluk dosyalarına adları karışanların anneleri, küçükken tırnaklarını mı kesmiş ne?

Temizlik de başta eğitim işi. Koca İsmet Paşa, şöyle bir söz söylerdi:

— Her sabah tıraş olan kişi, yüzünü yıkamak zorundadır..

Aşağı yukarı böyle bir söz. Savaşta bile, sakal tıraşı olmayı alışkanlık haline getirmiş..

Mustafa Kemal de, Bitlis'te 21 Kasım 1916 günü not defterine şunları yazar:

«Saat 5 evvelde kalktım. Hareket münasebetiyle hemen tuvaletimi yaptım. Eşyalar toplandı. Yaverin odasında, Bitlis'in bana Pompei harabelerini hatırlattığını ve Ninova harabeleri münasebetiyle tarihten bahsolundu...»

Tutukevinde kalan genç kızların pek çoğu, ailelerinden örgü şişi ile iplik istiyorlardı. İçeride, duruşma gününe değin kazak ya da çorap örerek geçireceklerdi zamanlarını, ancak, içeriye madeni tığ ya da şiş sokulmadığından, plastikten tığlar götürülüyordu..

Genç kızların istedikleri şeylerden biri de allıktı.. Allık, insana temizlik duygusunu verir, ayrıca kişinin moralini de yüksek tutar diye düşündüm...