Allah’ın Belâsı Kedi!..

Suna Özkalan'ın sergisi "Kibele" deydi; ayrılırken Özkalan:
—Biz her zaman sizinle birlikteyiz, dedi. İçim ısındı, telefonu aldım, onu arayacağım.
Devrekli öğrencilerin seramik sergilerini Ankara’da açan öğretmen Hüseyin Çağırıcı, her şeyi toplayıp Zonguldak’a gitti. Yüzüncü Yıl Endüstri Kız Meslek Lisesi’nden sonra. Ankaralılar görsün diye, sergiyi bir de Türk-İş Sanat Galerisi’nde açmak istemişti. Olmadı, Bakanlık ileri gelenleri mırın-kırın ederlerken, Zonguldak Valiliği'nden de Bakanlığa bir yazı geldi. Devrek, Zonguldak'ın ilçesiydi. Devrekli öğrencilerin yapıtları, önce Zonguldak'ta sergilenmeliydi. Bu yazı gelince, akan sular durdu. Eğer, Bakanlık çok isterse, Zonguldak’tan sonra, sergiyi Ankara'da da düzenleyebilirdi.
Seramik çalışmalarının Zonguldak’ta gösterilmesi de güzel bir şey; bir aksaklık olmazsa, ocak ayında da, Ankaralılar görebilecekler
Yaşar Yeniceli'nin sergisi, Kızılay'da Karamürsel mağazasının bitişiğindeki Akbank şubesi, sanat bölümündeydi. Yaşar Yeniceli, ilk kez burada, Akbank salonunda bir sergi açıyordu.
Yaşar Yeniceli, iki yıl önce bu günlerde, kızı Yeşim'i yitirmişti. 13 yaşındaki Yeşim, bir körüklü otobüse binmeye çalışırken, tekerleri altında can vermişti. Yaşar Yeniceli çılgına döndü. Onu avutacak tek şey, resimleriydi. Yeniceli;
—Kendimi resme vurdum; dedi. Hiç belli etmiyor görünüyor. Sanatıyla ilgili, şöyle diyor:
—Amacım bizi saran doğayı ayrıntılardan arınmış, sessiz ve en yalın biçimde yorumlamak. Çünkü çağımızın yorgun insanının dinlenmeye de gereksinimi var...
Yaşar Yeniceli, "yaşama sevinci”nin tadını veriyor ya, mora çalan denizde, dökülmüş çiçeklerde bir hüzün de okunuyor. Bodrum sokakları, nasıl da sessiz, boş.
İbrahim Bulut’un eşi Meyhanım Bulut, bir Mercedes’in altında kalıp ölmüş. İbrahim Bulut’u yıllar öncesinden tanırdım. Onu avutacak tek sözcük bulamadım. Babam öldüğünde göğsüne yaslanıp ağladığım anam:
—Ağlamayacağız; demişti, analar babalar öle gelmişler siz de ana baba olup siz de öleceksiniz. Ama, şimdi yaşamalısınız... Çocukluğumda, hiç ölmek istemezdim, öyle, cennete filan da gitmek istemiyordum. Anam arkadaşlarıyla hep cenneti konuşurdu. Birbirlerine; Cennet komşum, derlerdi. Cennette de sürecekti komşulukları...
—Ana, ben ölmek istemiyorum;
Orada olduğumun farkına varırlar, avuturlardı. Anam:
—Sen hiç ölür müsün? derdi
Sevinirdim, ölmeyeceğime.
Ankara'da Mehmet Aktan geçen hafta öldü. Bana da Erhan Karaesmen tanıştırmıştı. Yıllar önce genel müdürlükler yapmış, emekli olmuş, köşesine Keçiören'deki evine çekilmiş bir çelebi kişiydi Mehmet Bey. Cenazesi cumartesi günü kaldırıldı. Hacıbayram'dan. Zaman zaman telefonda:
—Mehmet Bey, şu çağlalar olsun da Keçiören’e gelelim size, derdim. Bahçedeki çağlalar, sanki tüm mahallenin çocuklarınındı. Dallarını kırmasalardı ama...
Remide Devrim hastaneye yattı. Yüksek İhtisas’a Geçmiş olsuna gideceğim. Şiar Yalçın nasıl da üzgün dolaşıyor.
Hikmet Çetin söyledi, bilmiyordum; Doğan Avcıoğlu yeni bir ameliyat geçirmiş, yatıyormuş...
— Türkiye ’nin önümüzdeki on yılı çok önemli, demiş Doğan Avcıoğlu, Teoman Erel'e, onu görmeyi çok istiyorum...
Başladığı yapıtlarını da bitirmeliydi.
Ankara Notları'nı dün sabah teleksle geçerken geldi acı haber...
—Doğan Avcıoğlu ölmüş!
Kala kaldım..
İlhami Bekir, İstanbul'da “Bağcılar Huzurevi"ndeymiş. Ne güzel şiirler yazmış İlhami Bekir...
Hasan Hüseyin'in durumunda olumlu gelişmeler var. Hasan Hüseyin, doktorun sorularını tek tük sözcüklerle yanıtlamaya başladı, ne güzel!
Tahsin Saraç, hastaneden çıktı, ohhh; iki kez kokteylde gördüm. Perşembe akşamı da, Sovyet Elçiliği'nde, Ekim Devrimi'nin yıldönümü kokteylindeydi...
—Tahsin, senin iyileştiğini yazacağım, dedim. Tüm okurlar seni hastanede biliyor... Güldü:
—Yaz, dedi. Sabah da Gürcistan'a gidiyorum. Yazarlar Birliği'nin çağrılısıyım. Onbeş gün kalacağım...
Günlerdir elim, deprem yazısı yazmaya gitmiyordu bir türlü. Ozan değildim ki, ağıt yakayım. Kuru kuru ne diyeyim? Nasıl derman olayım yaralarına, kalanların?
Yıllardır izlerim, nice depremler oldu, ah vah edildi, yine de köylerdeki yapılar üzerinde durulmadı bir türlü. Ankara'da, büyük kentlerde, yok betonarme hesabıymış, yok ruhsatlı ruhsatsızmış diye, bin dereden su getirilir de, köylerde yaşayanların oturdukları konutların sağlıklı olup olmadığına bakılmaz Devlet, her yerde devlet olmalı, köyde de. Körüklü otobüsler Yeşimleri, Mercedes'ler Meyhanım'ları ezip öldürmemeli. Yaşam, insanlara zehir edilmemeli...
Çocuklar, kedileri çok severler. Bir okula bir gün, denetmen (müfettiş) gelmişti. Bahçede, bir çocuğa sordu:
—Dersiniz neydi, çocuğum?
—Allah'ın belâsı kedi: diye karşılık verdi çocuk. Denetmen şaşırdı...
—Neden Allah’ın belâsı kedi, dedin?
—İlk ders dedi çocuk, matematikti. Öğretmenimiz 2 kedi+ 3 kedi = 5 kedi, diye yazdı tahtaya. İkinci ders resimdi, yine tahtada kedi vardı, kedi resmi yaptık. Üçüncü ders hayat bilgisiydi, yine kedi anlatıldı, dördüncü ders okuma parçasıydı. O da "kedi"...