Geçen yıl, ozan Ali Yüce gelmişti Hollanda'ya, Almanya'ya; oldukça uzun kalmıştı buralarda. Türkiye'ye dönüşte, "uyum kurslarına gideceğini" söyledi. Ali Yüce, "Şiir Tufanı”nda, şiirlerle anlatır Hollanda'yı. "İnsanlar" başlıklı şiiri şöyle:
"Kadını kadınımıza benzer / Erkeği erkeğimize Hollanda’nın / Adları Hasan değil Recep değil Ayşe Fatma Zeynep / değil / Ama boylan bosları aynı / Aynı gözlerindeki ışık / Seslerindeki sıcaklık aynı.
Kafaları başka yalnız / Değişik dünyaya bakışları / Özgürce seviyor sevenler / Düşünceye ceza verilmiyor / Kimse kimsenin önünde / Namaz kılar gibi eğilmiyor“ (Amsterdam 16 Ekim 1988)
Ali Yüce’nin daha birkaç şiirini vereyim:
"Hollonda’da lale bahçeleri / Bahçe değil kız mendili / Evler el ele tutuşmuş / Halay çeken kızlar gibi / Ev olduğunu unutmuş.
Dıştan gelin sandığı evler / Sihirbaz kutusu içleri / Benden başka her şey sığmış / Sofraları padişah sofrası / Senden başka herkes oturmuş / Ekmekleri sömürge kokuyor / Ayakta uyuyor yeldeğirmenleri." (Rotterdam 16 ekim).
"Bizim insanımızdan daha tok / Daha mutlu görünüyor / Tuba ağacının gölgesinde / Uyuklayarak geviş getiren / Hollanda'nın alaca inekleri / Memelerini kaldıramıyor / İnek değil süt tankeri.
Yorgunluğu yoksulluğu / Doğuştan getirmedik biz / Mutluluk çarşıdan alınmaz / İnekten süt sağılır ama / Eşitlik özgürlük sağılmaz / İnsan değişir değiştirir / Otlamaz aynı otlakta / İnsan inek değildir." (Amsterdam 21 ekim).
"Almanya'da Hollanda'da / Ağaçlar görürsünüz / Boylan bosları yerinde / Ama içleri kovuk / Ben de o ağaçlar gibiyim I Bakmayın ayakta durduğuma / Bir yel vursa devrilirim.
Haftanın yedi günü var / Benim yedi tane yüzüm / Her gün birini takarım / Anla beni sevgilim / Kırk yıl Avrupa'da otursam / Avrupalı değilim". (Den Haag, 25 ekim "Asyalı")
"Işık çarpı ışık / Beyin artı beyin / Ben uygarlık diyorum buna / Güzellik diyorum / Siz ne derseniz deyin.
Demir de olsa altın da / Kafes gene kafes / Zincir gene zincir / Adı demokrasi de olsa / özgürlük de yazsanız üzerine / Kelepçe kelepçedir.
Deney çarpı deney / Gözlem artı gözlem / Sen geçmişe ağıt Asyalı / Ben geleceğe özlem / Ne hayal ne düş görürüm / Benim ile oynama / Seni sömürürüm" (Den Haag, 25 ekim, 'Avrupalı").
Ali Yüce'nin “Ömer" şiiri, tüm dillere çevrilip yayımlanmalı.
"Gurbet de ne demekmiş / Ne demekmiş yabancı / Dünya bizim dedi Ömer / Yeraltında yerüstünde / Ne var ne yoksa / İğneden ipliğe hepimizin
Kim çizmiş bu haritayı / Bu sınırları kim koymuş / Koparmış insanı insandan / Karaları denizleri gökleri / Dilim dilim lokma lokma / Kim ayırmış birbirinden” (Krefeld, 28 kasım).
Emekli öğretmen O. Nuri Poyrazoğlu, Ali Yüce’yle ilgili olarak yazdığı bir mektupta, bu mektuptan çok, yayımlanmaya hazır bir yazı ya. ben mektup diyeyim; çünkü Ali Yüce, Poyrazoğlu'nun sorularına bir mektupla karşılık vermiş. Bir bölümü şöyle: 'Ali Yüce, işin kolayına kaçan, 'kestirmeci' devrimcilere cin ifrit' olur. Bir sorumun çağrıştırması üzerine iki anısına yer vermiş: Bir söyleşi toplantısında genç öğretmenlerden biri. 'Hocam, devrimciye tarak kullanmak yakışır mı?' demiş. Bu soru üzerine Ali Yüce cebinden tarağını çıkarmış, kendi deyimiyle 'üç buçuk tel' kalmış saçlarını başlamış taramaya. Bir başka anısı da şöyle: Antakya'da öğretmenler bir tüketim kooperatifi kurmak istemişler. Bu girişime bazı öğretmenler karşı çıkmış. Neden mi? Üyeler zenginleşirse (Bir tüketim kooperatifi nasıl zenginleştirirse) devrimcilikleri gevşer, devrim gecikirmiş."
Memet Fuat'ın hazırladığı "Çağdaş Türk Şiiri Antolojisi"nde adını göremeyince, "Sen çağdaş değil misin" diye sormuştum Ali Yüceye. Yanıtı şöyle:
- Çağdaş değilim elbette, ne sandın? Askerlik yoklaması için askerlik şubesine gittiğimde kimlik cüzdanıma aynen şöyle yazdılar: "Çağdışı".
Talat Salt Halman'ın hazırladığı 'Türkiye'de Yaşayan Şairler" adlı yapıtta adının bulunmayan “Ali Yüce" bir söyleyişle şu nedene bağlıyor
- Bak bunun nedenini söyleyebilirim sana. O seçki hazırlanırken ben Türkiye'de değildim, Almanya'da, Hollanda’da yaşıyordum da ondan adım yok o yapıtta. Sonra, ben bu "seçi"lere alınmadığım için daha çok ilgi çektim: övünmek gibi olmasın, azıcık ünlendim. Ataol Behramoğlu seçkisine aldı da ne oldu? Hiçbir tepki gelmedi. Keşke o da almasaydı...
Ali Yüce, Ankara'da oturmamıza karşın görüşemeyişimiz üzerine o bilinen iğneleyici diliyle, yer yer "kara mizah"a başvurarak şunları söylüyor:
Ankara'yı büyük, beni küçük yapmışlar. Kentler büyüdükçe İnsanlar küçülüyor. Oturduğum semt Batıkent. Batıkent ise İstanbul’a Ankara'dan daha yakın. Üstelik bizim oraya “mavi otobüsler'', kırmızı otobüslerden daha sık gidip geliyor. Bu otobüsler, tam anlamıyla köle otobüsleridir. Bir yıldır bu otobüslere binerim, hiçbiri de “Yerimiz kalmadı, arkadan gelen otobüse binin” demedi. SHP Belediyesi, ANAP’ın "büyükşehir belediyesi”ni değiştiremedi bir türlü. SHP’iler, Türkiye genelinde iktidar olsalar bile gene de Özal’ın ayak izlerine basa basa yürürler...”
Hollanda'ya gelmişken, şiirde hakkı yenmiş Ali Yüce'yi anmak istedim. Gün gelir, herkes yerini bulur. Çetin Öner anlatmıştı bir gezide fıkrayı, şöyle: Bir genç ozan, TV’ye çıkarılmadığı, tanıtılmadığı için adını duyuramadığını söylermiş. Refik Durbaş dayanamamış:
- Ulan, demiş. Yunus Emre'nin döneminde televizyon mu vardı?
28 Kasım 1989, Cumhuriyet