Akşamın Ayazında...

Nasıl olmuş bilmiyorum, anam bir gün bacağını kırmış. Onun yürüyemediğini, aksadığını gören ağabeyim:
— Ana, ben doktora göndereyim de bir baksın; bacağında kırık filan olabilir... demiş.
— Aman kuzum, demiş anam, doktor filan istemem. Geçer, n’olur doktor yollama!
— Olmaz, göndereceğim...
Çarşıya inince de, hükümet doktoruna uğramış:
— Böyle böyle, demiş, anam bacağını kırmış galiba, bir bakıverir misin?
— Hay hay, demiş doktor...
Doktor gelir diye, evin sofasını, konuk odasını silip süpürmüşler, elden geçirmişler, öğleye doğru doktor gelmiş; anam yatakta yatıyor, sağ kolunu sıvamış, yukarı kaldırmış. Doktor:
— Teyze, demiş, oğlunuz hasta olduğunuzu söyledi. Ayağınızı incitmişsiniz galiba...
— Yok evladım, demiş anam. Sıvanmış sağ kolunu göstermiş; kolum biraz incindi de!
Doktor bakmış, kol sapasağlam! Kırık bacak ise yatağın içinde...
— Bir de bacağınıza baksak teyzeciğim!
— Yok evladım, bacağımda bir şey yok, nesine bakacaksın? Tanrı'nın huzurunda yalan mı söyleyeceğim!
— Peki, der doktor, ayrılır. Sonra ağabeyime;
— Sen beni niye gönderdin eve yahu? der; senin anan evliya mıdır nedir? Bir türlü muayene edemedim! Gülüşürler... Anacığım, yıllarca veremmiş, bilemedik!
Karadeniz kıyılarında bol hamsi yendiği gibi, bol karalahana da yenir. Karalahananın ise, guatr yaptığı ileri sürülür. Karadeniz'in iyot yetersizliğinin de guatr yaptığı söylenir. Doktora gelen hastaların çoğu guatrlıdır. Guatr muayenesi, köylüler için fazla sakıncalı değil! Oysa hastaların başka sorunları, dertleri de olur, olmaz mı? Guatrlı bir kadın, karnında, sırtında ağrılar olduğunu da doktora söyler. Genç doktor, kadına:
— Soyun! der; bu sırada, kapı açılır, dışarıda sıra bekleyenlerden biri:
— Abovvv! der, bizim doktor guatr muayenesini soyarak yapıyor!
Karadeniz dolaylarını dolaştım yıllar önce. Kadınları, sırtlarında yüklerle, çok gördüm. Orta Anadolu, Doğu Anadolu kadınları da öyledir. Erkekleri kahvede oturup oyun oynar da, kadınları çalışır, dağ-tepe. Çoğunun sırtındaki yükü gibi. Karnında da yükü vardır. Doğum bekleyen kadına, “yüklü” derler. Böyle bir kadın, sırtında yük, karnında yük giderken; yol üstünde doktora rastlar; kadının kocası, yanında yürümektedir. Ceketini de, kadının sırtındaki yükün üzerine atmıştır. Doktor, bir sorumlulukla:
— Bak, der kocaya, bu kadın hamile iken, bu yükü taşıması doğru değil. Çocuğa da zarar verebilir! Koca, kadına “Sen yürü!” der, doktora da karşılık verir:
— Yani doktor, o taşımasın da yükü, ben mi taşıyayım?
Mustafa Kemal, Türk kadınına önem verirken, kafasındaki demokrasiye, onları eğitip bilinçlendirdikten sonra geçmeyi düşünmüş olmalı. Bu yıl, demokrasiye geçiş hazırlıkları içindeyiz de, oradan anımsadım kadınlarımızı...
Karadeniz'den, Karadenizlilerden açınca, Karadeniz fıkralarını unutmak olmaz.
Uluslararası bir uzay toplantısına, Karadenizli Temel de katılmış. Herkes bir şeyler söylüyor, hangi yıldıza nasıl gidilebileceği tartışılıyormuş. Temel ise susmaktaymış. Bir ara, Temel'e sormuşlar:
— Siz ne düşünüyorsunuz acaba?
— Biz, demiş Temel, güneşe gideceğuz!
— Nasıl olur? demişler, güneşe gidilemez. Güneş yakar adamı, kül eder!
— Onun da önlemini almışız, demiş Temel, akşam serinliğinde cideceğuz!
Bir Karadeniz fıkrasını da Recal Kocaman anlatmıştı. Fıkra değil de olmuş. Aya ilk ayak basılmasının öncesinde, dünya kamuoyu çalkalanıyordu. Arhavili terzi Hüseyin Çetin, Kocaman’a, şöyle demiş:
— Ha bu aya cidecekler ya, benim aklıma bir şey çeldi!
— Ne geldi?
— Ayın ondördünde, ay tepsi cibiyken citsinler! Ay orak cibiyken ciderlerse, hoş olmaz!
“Ankara Notları”nda, neler anlatıyorum? Oysa okurlar, Ankara'da olup bitenleri öğrenmek isterler. Kendi kendime:
— Dur bakalım, onun da sırası gelir! diyorum.
Ankara'yı kar kapladı. Ağaçlar yapraksız. Bir, iğne yapraklı ağaçların, çamların yaprakları var. Akşam üstleri, kokteyl saatleridir Ankara’da. İçerinin sıcak havası, akşamın ayazını unutturur... Oralar için bir çeşit, soluk alma yerleri, derim. Oralarda da insanların içlerini Diyarbakır ölüleri karartmıştır. Gülün, gülebilirseniz!