Açıklamaların Getirdiği...

Şimdiye değin çıt çıkarmayan, Tercüman gazetesi yazan Ergun Göze’den "Umre” dönüşü, cılız da olsa bir ses geldi. 23 Haziran 1984 günlü Tercüman'da şöyle diyor:
"... Bakın bakın şu adama, bir hesap çıkarmış tam dokuz yüz seksen milyon... Bunu öyle yazar ki sanki o adam, berikinden dokuz yüz seksen milyon istemiş veya almış manası çıkar. Amma hiç de öyle değil, mesela bir proje yapılmış ve hesap çıkarılmış ve bunun için hiçbir para alınmamıştır. Amma o daima kandırılacak kendi kafasında üç beş kişi bulacağını bilir. Böyleleri de daima her memlekette vardır. Olmasa bile o iftira etmekle vazifelidir..."
Ergun Göze, satır arasında Diyanet Vakfı ile giriştiği "İslam Ansiklopedisi" olayını anlatıyor sözde. "Ankara Notları"nda çıkarılan yanıtlıyor. Kim ne anlar bundan? İstanbul’dan bir okur, telefonla aradı:
Ergun Göze'ye telefonla sordum, "Bir yanıt vermeyecek misiniz, yazılanlara?" diye, "Günü gelince vereceğim" dedi. Şimdi, yukardaki yanıt, okura inandırıcı gelir mi? Ortada yenmiş içilmiş bir şey yokmuş. Yüzlerce milyonluk fizibilite raporu, ne için hazırlandı acaba? Paralar cebellezi edilemediyse, devletin uyanık denetçileri yüzünden edilemedi. Müfettişler raporunun bir bölümünde şöyle deniyordu:
"... Türkiye Diyanet Vakfı'nca yazar Ergun Göze'ye hazırlattırılması kararlaştırılan büyük İslam Ansiklopedisi için, adı geçene 16 milyon lira verildiği halde, bugüne kadar bu teşebbüsten bir sonuç alınamadığı yolundaki iddianın incelenmesinde. Bu girişimde her ne kadar yasaya aykırı bir cihet bulunmamakla beraber, 1982 yılı sonuna kadar toplam 21.346,612 — TL harcandığı halde, henüz somut bir sonuç alınamamış olması vakası karşısında ise ciddi bir araştırma yaptırılmadan karar verildiği kanaati hasıl olduğundan buna dair mütevelli heyet kararına iştirak eden başkan ve üyeler, Tayyar Altık ulaç, İ. Hakkı Yılanlıoğlu, Ahmet Uzunoğlu, Sami Uslu ve Fikri Gültekin'in vakıf senedinin 10/a maddesi ile Türk Medeni Kanunu hükümlerine göre kurulan vakıflar hakkındaki tüzüğün 23. maddesinin 1. fıkrasında geçen basiretli bir idareci gibi davranmadıkları hükmüne dayanılarak Asliye Hukuk Mahkemesince azilleri için keyfiyetin Vakıflar Genel Müdürlüğü'ne intikal ettirilmesi gerektiği..."
Bütün gerçekler, mahkemede ortaya çıkacakken, duruşmalar izlenmediği için, dava düştü. Ergun Göze, "iftira ettiğimizi" söylüyor. Niye iftira edelim? Yazısında, "... Bugün ise Sovyet ajanlarının iftira taktiği daha "teknik"leşmiştir. Hukuki kalıplara daha riayetkâr hale gelmiştir. Mesela, "filan kişi şöyledir" demez de, "filan kişinin şöyle olduğuna dair bir iddia var" der amma bunu üst üste, ayrı ayrı sütunlardan tekrarlar, ve öyle bir hava yaratır ki "gerçek bu amma kanun korkusundan yazamıyorum siz anlayın işte'ye getirir..." diyor.
Ergun Göze, kıskıvrak yakalanmış, nereye sığınacağını şaşırmış durumdadır. Satır aralarını okuyacağız bakalım, daha neler çıtlatacak?
** *
Diyanet işleri Başkanı Tayyar Altıkulaç, evden telefonla aradı. 13 haziran günü çıkan "Ankara Notları"nda, "sigorta" konusunda, "Günaydın" gazetesinde, haberin eksik çıktığını, benim de oradan aktardığım için, aynı eksik metni kullandığımı söyledi. Tam metnini gönderirse, eksikliği düzelteceğimi bildirdim. Gönderdi. Onu da olduğu gibi yayımlıyorum. Başkanın yanıtı şöyle:
" Sigorta, alınan prim karşılığında, beklenmeyen olay ve kazalar sebebiyle meydana gelen zararları ödemeyi gerektiren bir sözleşmedir.
İslam Hukuku'nda meçhul üzerine yapılan sözleşmeler, geçerli değildir. Kaza meydana gelmediği takdirde, sigorta kurumu. -karşılığında bir şey ödemediği halde,- sigortalıdan prim almaktadır. Kaza meydana geldiğinde ise, sigortalı ödediği primden kat kat fazlasını sigorta kurumundan alabilmektedir. Bu itibarla, son asır İslam bilginlerinin çoğunluğu sigorta sözleşmesini kumara benzeterek haram saymışlardır.
Öbür taraftan, sigorta şirketinin aldığı primden daha fazla ödediği tazminat "hukuken borcu olmayan bir şeyi borçlanmak" kabilindendir. Bir şahıs veya kurumdan, borçlu olmadığı bir tazminatı almak da dinen caiz görülmemektedir.
Bir kısım İslam bilginleri ise sigorta sözleşmesini, dinin teşvik ettiği "karşılıklı yardımlaşma"ya benzeterek caiz görmüşlerdir.
Fonksiyonları bakımından sigortaya benzeyen, Bağ-Kur, Emekli Sandığı ve Sosyal Sigortalar Kurumu gibi devletçe kurulmuş olan kurumların mensuplarına ödedikleri maaş, ikramiye ve tazminatlar ise, ister karşılıklı anlaşmaya dayansın, ister kanumla takdir edilsin, bütün İslam bilgilerince helal ve caiz görülmüştür. "
Bunu, böyle aktardıktan sonra Altıkulaç'a şunları söyledim:
Hangi konuda olursa olsun, bir açıklamanız olursa, onu yayımlamaya hazırım. Çünkü, açıklama hakkını, basın özgürlüğünün bir parçası sayarım.
Altıkulaç, ben açmadan, Ergun Göze’nin işgüzarlıklarının da bulunduğu, mahkeme konusuna kendisi girdi. Şöyle dedi:
Siz bir mahkeme konusuna takıldınız, mahkeme konusuyla ilgili meselede bir açıklama yapma görevi benim değildir. Hep yazdınız, çizdiniz. O açıklamayı üst makamların yapması, gerekirdi. Üst makamlar da size açıklama yapmadılar, Meclis'te açıklama yaptılar: "Dosya, şudur, budur" filan, diyerek, binaenaleyh, bizimle ilgili olarak yapılmış bir incelemenin değerlendirmesini yapmak, bu konuda basında çıkan bir şeye "doğrudur", "eğridir " demek görevi bana ait değil. Onun için hiç ilişmek istemedim o konuya. Bu konuda aldığım telkinleri dikkate alarak, biraz öyle, düşündüm ki, benim açıklama yapacağım bir konu değil...
Gelecek bazı "Ankara Notları"nda, Altıkulaç'la konuşmalarımızı, açıklamaları aktarmayı sürdüreceğim.