Açık Mektuplar....

Bu hafta sonunda 7 kasım cumartesi günü, Ankara'da İlhan Selçuk'la imza günümüz var. Ama ayrı ayrı yerlerde imzalayacağız kitapları; O, Bayındır Sokak'ta İlhan İlhan Kitabevi'nde, ben de Mithatpaşa’da Gün Kitabevi'nde. İlhan Selçuk:
SHP ile DSP'ye döndük! dedi. Hangimiz SHP, hangimiz DSP?
Gülüştük, önümüzdeki hafta 10 Kasım günü Elazığ'da, 11 kasımda
Ergani’de, 12 kasımda da Diyarbakır'da "Kılçıklı Balıklar"ı imzalayacağım okurlara. "Gün Ola Harman Ola" hiç kalmadı; yeni baskılarını yapacak bir babayiğit yayınevi de yok. Tekin Yayınevi, Tan Oral'ın çizgileriyle, "Uyanın Heeey"i hazırlıyor. “Bilgi Yayınevi” sahibi Küflü'ye de kitap sözü verdim...
Akademi Kitabevi sahibi Hadi Olca, "Her yıl bir kitabın çıkmalı!" diyordu. Çıkarmadım. 12 Eylül'ün hiçbir şeyini istemiyordum!
Bir arkadaşım şöyle dedi:
Arap atları gibisin, durdun durdun açıldın!
Bir genç okurdan gelen mektup, çok duygulandırdı. Gençlerimizin demokrasi özlemlerini vurguluyordu satır arasında. Okurun övgüsünden yüzüm kıpkırmızı oldu. Sözünü ettiği yazı, Necdet Uğur'un İsmet Paşa'yla ilgili olarak anlattığı bir olaydı. Bunda, İsmet Paşa, gerçek demokrasiye geçmek için, iktidarların el değiştirmesinin yetmediğini, parti içinde de liderlerin yerlerini seçimle bırakabilmeleri gerektiğini anlatıyordu. Okur, Ankara’dan Ufuk Batum'du. Şöyle diyordu:
"Sayın Mustafa Ekmekçi,
Ben Tıp Fakültesi öğrencisi ve Cumhuriyet gazetesinin, sütununuzun sürekli okuyucusu olarak, 8 Ekim 1987 tarihli ve 'Parti İçi Demokrasi' başlıklı yazınızı yorumlamadan, düşüncelerimi aktarmadan edemedim.
Yazınızın netliği, doğallığı bir yana gerçekçiliği, içtenliği bir yana... Beni sevindiren, umutlandıran bir nokta ise Türkiye için, demokrasi için, insanlık için yaşamış olan İsmet Paşa’yı bir olayla gün ışığına çıkarmış olmanızdır. Böylesine tecrübeli, bilgili, kültürlü bir kişiliği zaman zaman umursamaz, zaman zaman nankörlük eden Türk toplumunun zihnine kazıyabilmek, ancak böylesine başarılı, etkin ve tarafsız bir bakış açısıyla gerçekleştirilebilirdi.
Bu yazınız şimdiye kadar okumuş olduğum tüm kitaplara, yazılara, bilgilere bedeldi. Bundan dolayı sizi ve tüm Cumhuriyet ekibini kutlarım."
Böyle mektuplara pek alışmadım ben, daha çok eleştirilere alıştım. Büroda mektupları okurken, şoför Yusuf karşıdan güler:
Gene küfür mü ağabey? diye sorar...
Bülent Bey'le ilgili yazıların çoğuna, sert eleştiriler gelirdi. İçinde sövgüler de olurdu. Aldırmaz, kimilerini de yayımlardım. Giderek Bülent Bey’e eleştiriler artmaya başladı. Gelen mektupların yüzde sekseni bunlarla dolu. 12 Eylül sıcağında hiç ama hiç eleştirmedim. Süleyman Bey'in de, Bülent Bey'in de elleri, kolları bağlıydı. "Referandum oyunu"ndan sonra, ikisinin de kolları çözüldü. Dilleri de çözüldü. Artık, eleştirilere yanıt verebilirlerdi. "Kahramanlık" dönemi de sona ermişti. Doğru gördüklerimizi, doğru bildiklerimizi yazabilirdik. Okurlar, daha ağır eleştiriler yolluyorlardı. Sacit Somel, emekli elçilerimizdendir. Okuyup yazmayı sever. Kafasına takılan bir konuyu kâğıda dökmezse, erince kavuşamaz. Sacit Somel'in 18 Eylül 1987 günlü Cumhuriyet’te "Okurlardan" köşesinde "Ecevit’e Açık Mektup" başlıklı bir yazısı çıktı. Kendisine gelen mektupları gördüm, nasıl yankı yapmıştı anlatamam. Bir Kıbrıs Barış Harekâtı gazisi, kısa mektubunda şöyle diyordu (Adı, adresi bende):
"Sayın Sacit Somel,
18.9.1987 tarihli Cumhuriyet gazetesinde 'Okurlardan' köşesinde ‘Ecevit’e Açık Mektup' başlığı altındaki yazınızı, ülkemizin demokrasi yolunda vereceği tarihi sınav öncesi yazılan (bugüne kadar, demokrat köşe yazarlarının yazıları dahil) en samimi, en yalın biçimde, en etkin yazı olduğunu, bir Ecevit hayranı, sosyal demokrat olarak belirtmek isterim. Vatanın tahvillerle parça parça satıldığı bu dönemde, iktidarın ekmeğine yağ sürmenin Ecevit gibi bir politikacıya ne kazandıracağı kamuoyunda merak konusudur.
Yazınızın, seçimlere çeyrek kala Sayın Ecevit üzerinde etki kılmasını temenni eder, yazınızdan dolayı sizi kutlar, saygılar sunarım efendim."
Adlarını saklı tuttuğum dört işçi de, mektuplarının sonunda Somel’e şöyle demişlerdi:
"Bizim gibi düşünen insanların ıstırabını en güzel şekilde dile getirdiğiniz için sizi yürekten kutlar, saygılar sunarız."
Mektuplara baktım, ya okur mektubunun yayımlandığı gün kaleme alınmış ya ertesi günü, daha sonra değil. Sacit Somel, yazısının sonunda şöyle diyordu:
Bugün Türkiye'de laiklikten kopan, gericiliğe göz yuman ve milli olmayan bir politika izlenmektedir. Bu politikanın önlenmesi için Atatürk reformlarına bağlı bütün güçlerin birleşmesi gereklidir. Bu koşullar içkide, ne gibi önerilerle karşılaşılabileceği pek bilinmeden Sayın İnönü tarafından yapılan önkoşulsuz görüşme tekliflerini reddetme size büyük vebal yüklemektedir. Siz sosyal demokrasi hareketinin önderliğini yapan bir devlet adamı olarak başladınız ve uzun bir süre bütün sosyal demokratların umudu olarak kaldınız. Bu umudu boşa çıkarmama yine elinizdedir. Aksi halde adınız Türk politika tarihine kendi yarattığı sosyal demokrasi hareketini, sırf kişisel tutkuları yüzünden, ülkesini de düşünmeden yıkan bir politikacı olarak geçecektir. Saygılarımla."
Bülent Bey'e çok kişi “Açık Mektup" yazıp, uyarmaya çalıştı. Refik Erduran "Güneş'te yazdı. Son olarak, İlhami Soysal’ın “Akis”te çıkan, “Bülent Ecevit’e Açık Mektup ya da Olmayacak Duaya Amin..." başlıklı yazısını okudum.
Şöyle diyor İlhami Sosyal, yazısının bir yerinde:
“Politikalarınızı her zaman paylaşmamış olmakla birlikte, kişiliğinize daima saygı duymuş biri ve otuz yılı aşkın bir tanışıklığın verdiği cüretle açıkça size seslenmek isterim:
Daha her şey tümden bitmeden gelin ve hayatınızın kararını verin. Namık Kemal'in ünlü dizesini anımsayın. Ne diyordu şair?
'Çekildik izzet-ü ikbal ile bab-ı hükümetten!...’
Gelin siz de bu politikadan çekilin. Hem de hemen şu günlerde! İnanın ki böylesi bir karar, sizi gündelik politika gayyasının götürebileceği yerlerden çok daha yükseklere çıkaracaktır. Pek çok gönülde taht kurmanıza yol açacaktır…
... Eninde sonunda politikayı bırakmak zorunda kalacaksınız. Ama gelin bunu, kararında, rahmetli ortak dostumuz Turan Güneş'in deyimiyle ‘teker kırılmadan’, ‘araba devrilmeden önce’ yapın.
Türkiye'de sosyal demokrat oyları bölüp, bu görüşün iktidara gelme yollarını tıkayan adam damgasını yemeden politikadan çekilin...
... Diyebilirsiniz ki, canım bana umut bağlamış koskoca bir DSP örgütü var, bunları nasıl yüzüstü bırakabilirim? Bence bu görüş de yanlış, siz ve adınız olmasaydı DSP diye bir şey olmazdı. DSP de gerçekte SHP gibi sol içinde sadece bir hiziptir, küçük bir parçadır. Ama, olsa ne olur, olmasa ne olur diyemeyiz. Tıpkı SHP gerçeğini görmemezlik edemeyeceğimiz gibi. Ve kabul edin ki SHP tabanı, DSP’ye göre eski CHP tabanına çok daha geniş ölçüde oturmuştur. Seçimler sonrasında ANAP iktidarı karşısında muhalefeti DSP değil, hiç değilse bir süre, SHP temsil edecektir. DSP'nin kaderi ise -sizin açınızdan ne kadar yazık olsa da- Osman Bölükbaşı'nın Millet Partisi’nin kaderi kadar bile parlak değildir. Görünen köy o ki, ülke çapında barajı aşamayacak, Millet Meclisi’nde temsil edilemeyeceksiniz. Edilemeyince de, şimdi çevrenizde boy gösteren kimi kişiler de kendi başlarının çarelerine bakacaklar, sizi büsbütün yalnız bırakacaklardır.
Bu gerçekleri görmek için kâhin olmaya gerek yok.
Gelin yol yakınken, kendinizi ve sevenlerinizi daha çok hırpalamadan bu çıkmazdan kurtarın. Tıpkı bir bumeranga benzeyen ve sonunda dönüp sizi yaralayarak suçlama silahlarınızı da kullanmaktan vazgeçin.
Sol, sosyal demokrat oyları bölen nitelemesinin gönüllü sahibi olmayın."