Dört beş yaşlarında var yoktum; köyden ilçeye taşınmıştık, ama sık sık ablamla birlikte köye kaçardık. Köyde telaşlanırlar;
Ananız babanız telaşlanır, oh yeğenim, hemen dönün... derlerdi.
Hatice Halamın kızı Ayşe evlenince, düğüne tüm aile gittik. Ayşe, masallar anlatır, ayak parmaklarını sayarak;
Edin nene benin nene, suya düşmüş kadın nene... diye söylerdi.
Ayşe'nin evlenmesine çok şaşırmıştım. Onu bir odaya koydular, yüzünde ince bir tül vardı. İçeri kimse girmiyordu. Bir yolunu bulup içeri daldım. Ayşe, ellerini kavuşturmuş ayakta, beklemekte. Konuşuyorum, karşılık vermiyor. Ancak tülün arkasında güldüğünü görüyorum. En iyisi onu güldürmek mi? Dilimi çıkarıyorum, türlü maskaralıklar ediyorum...
Menevşe Karı’nın yalvarmaları boşuna:
Ah Kara Mustafam, hadi artık çık! Güvey gelip, gelinin yüzünü açacak. Hadi yavrum, hadi evladım!
l-ıhh... Çıkmam da çıkmam! Ben burada kalacağım!
Seni hınzır seni! Çık bakayım dışarı, gelini yalnız bırak...
Kolumdan tuttuğu gibi, sürükleyerek çıkarıyor dışarıya Menevşe Karı! Adı Menekşe olmalı, ama köyde ona "Menevşe" diyorlar. O çocukluk anısını düşününce, usuma Oğuz Aral'ın Avni’si geliyor, gülüyorum. Her çocuk biraz Avni değil midir? Tatlı günler…
Doktor Şinasi'yle Doktor Sema Hanım, kızları Rana'yı cumartesi akşamı Sıhhıye'deki Büyük Sürmeli Oteli salonunda yapılan görkemli bir törenle evlendirdiler. Cumartesi arkadaşları, Tahsin Saraç’la Hüseyin Şahin, Sadun Uzel dışında, tümümüz oradaydık. Erdoğan Erman (halaoğlu), Orhan Ural, Necati Engez, Yüksel Onaran, Şükrü Tezcan, M. Ali Paçacıoğlu (Karagözlü Mehmet Ali), Feridun Taşkın (Danıştaycı), Hasan Çeliker, Kaya Türker, Kaya Türker’in eşi Rozvita. Çoğu arkadaşlar eşleriyle gelmişler, ressam Kayıhan Keskinok, Veysel Günay, Fikri Cantürk, Hayati Misman, Ankara Savcısı Altan Saysel, daha çok kalabalık. Tıp fakültesi profesörleri, Şinasi’nin, Sema Hanım'ın arkadaşları oradalar. Damat Yücel Anadolu ile gelin Rana Yavuzer okuldan arkadaşmışlar. Sema Hanım'ın ağlamaktan gözleri kızarmıştı. Yüksel Onaran da ağlıyordu. Niye ağladığını sorduk:
Kendi kızım evlenirken ağlayamadım da, arkadaşların kızlarında ağlıyorum! dedi.
***
Aziz Nesin'in oğlu Hüseyin Ali Nesin, dört aylık kısa dönem askerliğini yaparken, disiplinsizlik suçu işlediği, üstlerine yokluklarında ağır sözler söylediği ileri sürülerek tutuklandı, askeri mahkemeye verildi. Isparta'da yargılanıyor Arkadaşları terhis olup gittikleri halde. Ali Nesin bir ayı aşkın süredir Isparta Askeri Cezaevi'nde tutuklu yatıyor
Ali Nesin’le birlikte, Ermeni asıllı Sevan Bedros Nişanyan da tutuklu bulunuyor. Sanıkların savunmalarını Ankara'dan giden savunmanlar Veli Devecioğlu ile Emin Değer yapıyorlar. Askeri savcı, esas hakkındaki görüşünü açıklarken, iki sanığın da, yirmi dört yıla yaklaşan hapis cezası ile cezalandırılmalarını istedi.
Mahkeme tutanaklarına geçen ifadelere göre, Ali Nesin(29) sorgusunda özetle şöyle dedi:
"Bana isnat edilen suçlamalardan bir tanesi küfür ettiğim iddiasıdır. Ben kimseye küfür etmedim. Suçlama getirilen konulardan bir tanesi 'Gece eğitimine veya içtimaya katılan korkaktır' sözünü sarf ettiğim iddiasıdır. Ben bu şekilde söz sarf etmedim. İçtimaya gidenlere korkak demedim. Şahitlerden Saim Yeşildağ da benim kimseye korkak demediğimi disiplin mahkemesinde söylemiştir.
Suçlama getirilen konulardan bir tanesi de aşı yapılması sırasında söylenen veya söylendiği iddia edilen bazı sözlerdir. Ben Isparta'da askerlik sırasında yapılan iki tetanoz ve bir verem testi aşısı oldum. Yapılan aşılar konusunda 'AIDS vardır, bulaşık suyu olabilir' gibi veya bunlara benzer sözler söylemediğim gibi, böyle bir düşünceye de sahip olmadım. Kaldı ki, aşı olayını da kahramanlık olarak görmüyorum. Şu anda böyle savunma yaptığım için de utanıyorum. Ben kimseye hayvan isimleriyle hitap etmem. Küfür de kullanmam. Kaldı ki şahitlerden Oğuzhan Sungur bana küfretmiştir. Ben ise küfretmedim. Bu nedenle yargılanmama çok şaşırdım. Bu şaşkınlığımı bölük komutanıma da ifade etmiştim. Benim askerlik numaram 136'dır. Şayet küfür etmiş olsam, 130'dan 140’a kadar olan numaralı askerlerin bunu duymuş olmaları gerekir, ileride bu numaralı askerlerin isimlerini mahkemeye bildirerek savunma şahidi olarak dinlenmeleri konusunda talepte de bulunacağım...
Ben bronşit olduğum için çavuşlardan. İzin alarak gece eğitimine katılmamıştım. 27 mart tarihli olaydan bir gün önce, gece eğitiminde sigara içilmiş. Sabahleyin bu konu askerler arasında tartışılıyordu. Bir kısım askerler ‘Disiplinsizlik yapanları cezalandıralım' şeklinde sözler söylediler. Ben bu sözleri duydum. Bir ara tuvalete gidiyordum, askerler arasında konuşulan sözler nedeniyle heyecanlı idim. Bir ara Oğuzhan Sungur'un 'Bize dayak atsalar haklılar' dediğini işittim. Bunun üzerine kendisine bu sözü yakıştırmayarak 'Sizi her gün dövseler, az dövüyorlar diye şükredeceksiniz' dedim, iddia edildiği gibi 'Bir tokat, iki tokat' gibi sözler söylemedim. Kaldı ki, söylediğimi beyan ettiğim yukarıdaki sözü bir şahsa karşı söyledim. Bu esnada 3-4 kişi benim üstüme çullandı, bana hitaben 'Sen niye Türkiye'ye geldin, Amerika'da kalsaydın' dediler. Bu sorulara şaşırmıştım. Ben Türkiye'ye gelip, vatani hizmetimi tamamlamayı ve Türkiye'deki üniversitelerde öğretim üyeliği yapmayı düşünüyordum..
Şahitlerden Rıfat Atak, askere geldiğimiz günlerden itibaren benimle samimi arkadaşlık kurmaya çalışmıştır, ancak kendisi laubali bir kişi olduğundan ve bir defasında Oğuzhan Sungur’un bana küfür ettiği zaman, benim enseme tokat vurduğu için, yılışık olması sebebiyle kendisinden uzak durdum. Bu nedenle samimiyetimiz olmadı. Askerlik numarası 137 olan Zafer Şayiam isimli şahıs MHP'li imiş ve kamplara katılmış. Konuşmalarında bana bunu söylemişti. Hatta bir defasında benim Atatürkçü olmama şaşırdığını söyleyerek, benimle arkadaşlığını sürdürdü. Zafer Şayiam isimli asker, Sevan Bedros Nişanyan'ın Yaşar Emin ve arkadaşları tarafından dövülmelerinin düşünüldüğünü, bu nedenle Sevan Bedros Nişanyan ile benim fazla yakınlık kurmamam, aksi halde benim de başımın belaya girebileceğini hatırlatmıştı...
Bana getirilen suçlamaları reddederim..."
Sanık Sevan Bedros Nişanyan da (30) sorgusunda,
"Sana isnat edilen suçlamaların tamamını reddederim. Ben kimseye küfür etmedim. Küfürbaz bir kişi de değilim. Bana isnat edilen ve söylediğim iddia edilen bazı sözler, aslında belli bir tarihte bir şahsa ağız dalaşı sırasında sadetmiş olduğum sözlerin çarpıtılmış şeklidir. Aşılar konusunda söylediğim iddia edilen sözler ise tarafımdan söylenmemiştir. Bana getirilen suçlamalar, üç-dört kişinin beyanlarına istinat etmektedir. Aslında bu 3-4 kişi ile bizim, yani sanık olan kişilerin karşılıklı olarak taraf oldukları dikkate alınması gerekir. Taraflardan birinci grupta Oğuzhan Sungur, Yaşar Emin ve Saim Yaşildağ bulunurken, diğer tarafta ben (Sevan Bedros Nişanyan), Hüseyin Ali Nesin, ve Yusuf Ortak bulunmaktadır. 27.3.1986 günü taraf olarak belirttiğim bu iki grup kişiler arasında ağız dalaşı şeklinde konuşmalar cereyan etmiştir. Ancak bu taraflardan birincisi sanık durumunda iken, şahit durumuna getirilmişlerdir. Taraf olarak belirttiğim bu gruplar arasında bir süreden beri husumet bulunmaktadır. Bu husumet neticesinde şahit olarak dinlenen kişiler bize cephe almış ve aleyhimizde beyanda bulunmuşlardır..."
Askeri savcı, Hüseyin Ali Nesin'in, mart ayı içinde bir tarihte, toplantı alanında, bölük komutanı ile tabur komutanını erlere konuşma yaptığı sırada, komutanları kastederek ağır sözler söylediğini, üst ve amirlerine "gıyabında" hakaret ettiğinin saptandığını, Askeri Yasası’nın 85/1 maddesi gereğince cezalandırılması gerektiğim, esas hakkındaki görüşünü açıkladığı son duruşmada söyledi. Bu madde 6 aydan 3 yıla dek hapis cezasını içeriyor. Askeri savcı ayrıca, 2 no'lu koğuşta çıkan tartışma sırasında, Nesin'in erlere "gece eğitimine gidilmemesi"ni söylediğinin saptandığını ileri sürdü. Nesin'in "isyan kışkırtıcılığı" suçunu işlediğini, bu nedenle Askeri Ceza Yasası'nın 94/1, Türk Ceza Yasası'nın 80. maddelerinden cezalandırılmasını istedi. Bu cezaların toplamı 24 yılı buluyor.
Askeri Savcı, Bedros Nişanyan'ın da, onu da aşan ağır hapis cezası ile cezalandırılmasını istedi.
Ali Nesin ile Bedros Nişanyan'ın duruşmaları bugün de Isparta'da sürecek.
8 Ağustos 1986, Cumhuriyet