Abdülkadir Konuk’un Mektubu...

Uzun bir aradan sonra, Abdülkadir Konuk'tan mektup geldi. Çanakkale’den yazıyor. Mektup 6 Kasım tarihli; demek oraya varır varmaz yazmış. Zarfın iç kapağında “Görüldü" damgası var. Abdülkadir Konuk, 1980 öncesi Tariş olayları nedeniyle, 12 Eylül sıcağında yargılanıp, ölüm cezasına çarptırılmıştı. Öğretmendi. Kimseyi öldürmesi söz konusu olamazdı. Olayda Ölüm olduğu için, o da kim vurduya gidenler arasında. Abdülkadir Konuk, cezaevinde iki roman yazdı. Kendi durumundan yakındığını hiç duymadım. Yüreği insanlar için çarpan bir kişi. Mektubunda, Çanakkale'ye götürülüşünün öyküsünü anlatıyor, Şöyle diyor:
“Sevgili dost, merhaba!
Konya cezaevindeyken uzunca bir süre Bursa'ya gönderilmem için bakanlığa yazdım durdum. Olumlu bir yanıt gelmedi hiçbirine. 1 Kasım sabahı sevk haberi geldi. Çanakkale’ye gideceğimiz söylendi. 4 idamlık hazırlandık, arabaya bindik. Doğrusunu söylemek gerekirse olumsuz bir davranışla karşılaşmadık.
Her sevkte 'şu ringlerin oturak yerlerine bir sünger yerleştirmek devlete kaça mal olur?’ diye düşünmüşümdür. Izgara biçimindeki tahta oturaklarla günlerce sürebilen yolculuklar pek rahat olmuyor da. Ama biz battaniyenin birini altımıza, birini dizlerimize alıp karşılıklı yerleştik. Akşama doğru Kütahya cezaevinde mola verdik. Konya'dan 12'ye çeyrek kala çıkmıştık. Kütahya'ya yedi saatte vardık. Yolda Ilgın’da mola verdik. Sizin 'etli ekmek' dediğiniz kıymalı pidelerimizi yedik. Kütahya cezaevinde bizi görüş kabinlerinin olduğu yere aldılar. Üç tane bank verdiler. Onlar da ızgara biçimindeydi yine. Battaniyeleri üstüne serdik. Yatakları yokmuş. Depocu gittiği için depoyu da açamazlarmış. Sabaha yakın, boşta kalan arkadaşın dolanıp durduğunu gören bir görevli bir bank daha verdi. Böylece tahtanın üstünde de olsa nöbetleşe uyumaktan kurtulduk. Hava müthiş soğuktu. Neyse ki bizi gören görevliler sabah beşte geldi de o rahatsız durumdan çıkıp ringe binebildik.
Akşama doğru beş buçuk sıralarında Çanakkale cezaevine geldik. Tabii, yolda 'Anaa denize bak, anaa gemiye bak, bu kıyıda bir çadır kurmalı, şu güneşin batışına bak! vs...' diye diye. Gerçekten müthiş güzellikte bir manzara vardı ve ring pencereli olduğu için seyredebiliyorduk.
Eşyalarımızın hepsini getirdik. Yanımıza da verdiler koğuşlara alınınca. Biz, bir tek bizi getirdiklerini düşünüyorduk. Bir de baktık ki Isparta, Afyon, Bursa cezaevlerindeki idamlıklar da gelmiş. İdamlıkların çoğunun bir araya toplanması yeni bir uygulama olsa gerek. Bu yeni uygulamanın ne olduğunu bilmiyoruz. Yakında öğreniriz sanıyorum.
Ufak tefek aksaklıkların yanı sıra, yaptığım onca sevkin içinde en rahatıydı bu. Görevliler de insanca davrandılar.
Şimdi diyorum ki ben (seyahat) dileğinde bulunmadım Evliya Çelebi gibi. Ama altı yılda 8 cezaevi değiştirdim. Bazılarına iki defa girip çıktım. Şu anda rekor bende sanıyorum. Bak, sana sevkleri sayayım da kaç yolculuk yaptığını gör.
Narlıdere'den Şirinyer'e, Şirinyer'den Selimiye'ye; Selimiye'den Şirinyer'e, Şirinyer’den Buca’ya; Buca’dan Selimiye’ye, Selimiye'den Sultanahmet'e; Sultanahmet'ten Buca'ya. Buca'dan Burdur’a; Burdur'dan Ermenek'e, Ermenek'ten Konya'ya (Bu arada muayene için yaptığım on günlük Ermenek-Konya gezisini sevkten saymıyorum.) Ve de Konya'dan Çanakkale'ye. Eh, iç turizme az katkıda bulunmamışım değil mi?
Şimdi koğuştayım, iyiyim. Koğuş 46 kişilik. İlk defa bu kadar kalabalık bir koğuşta kalıyorum. Ama, sessizlik bulmak olanaklı. Yaşam düzenli sürüyor, yaşamı güzelleştirmeye çalışan insanların düzenliliği içinde hem de.
Bakalım yeni bir göç emri ne zaman çıkar? Alıştım da. 4-5 ay geçince her an bir sevk emri gelir diye bekliyorum.
Umarım iyisindir. Sağlıklı olmanı diliyorum. Yürek dolusu selâmlar, saygılar.
Kadir.”
Daha önce de açıkladığım düşüncemi yineliyorum. Açlık grevleri durmalıdır. Açlık grevindeki canlar, toplumumuzun geleceği için gereklidir. Açlık grevleri karşısında, kös dinleyenlerin sorumluluklarını her gün sergilemek, bizlerin görevidir, İnsan Haklan Derneği İstanbul Şubesi Başkanı Emil Galip Sandalcı, açlık grevlerine duyarsızlıkla ilgili olarak burnundan soluyordu. Telefonda, şöyle dedi:
— Sevgili Ekmekçi, kimse sormuyor, bari sen sormuş, ben de söylemiş olayım: İsviçre'nin Xamax takımını 5-0 yenen Galatasaray'ın başarısının UEFA Disiplin Komisyonu kararıyla iptal edilmesi, ülkemizde haklı bir tepkiye yol açtı. Kararın duyulmasının hemen ardından Cumhurbaşkanı, TBMM Başkanı, Başbakan, Milli Eğitim, Gençlik ve Spor Bakanı, SHP sözcüsü, DYP Genel Başkanı, vs. TV ekranlarında kamuoyunun üzüntüsüne tercüman oldular. Bundan bir süre önce, İsrail askerleri Filistinli bir genci döverek kolunu kırdıklarında da gene böyle milletçe ve TV’ce çok üzülmüştük. Bütün bunlar, iyi güzel de... Haftalardır yurt çapında, cezaevlerinde süregelen açlık grevlerinde, yüzlerce insan ölümün eşiğine geldiğinde, sergilenen vurdumduymazlık, sağır sultanlık niye? En büyüğünden, en küçüğüne milletçe kızıp, sevinip, üzüldüğümüzde, ah, bir de milletçe utanabilsek!