A. Dilaçar ile ASALA

Oktay Akbal'ın önceki günkü yazısı, A. Dilaçar’a ayrılmıştı. Kaya Türkay'ın “A. Dilaçar” adlı yapıtına. Dilaçar’ın asıl adı Agop Martanyan. Ancak, Dilaçar Agop’u da Martanyan'ı da kullanmayı sevmez. Yazılarına, yapıtlarına A. Dilaçar imzasını atar. Dilaçar soyadını ona Atatürk vermiştir.
Ömer Asım Aksoy, A. Dilaçar'ın ölümünden sonra yazdığı yazıda, şöyle diyor:
“Geniş kültürlü bir kişiydi, ayaklı kütüphane idi. Başı dara düşen ona koşardı. Yardımı, o denli ayrıntılı olurdu ki, verdiği bol bilgi içinde sorunun beklenen yanıtı sanki erirdi...”
Kaya Türkay’ın yapıtını okuduktan sonra, Ömer Asım Bey’e, A. Dilaçar’ı sordum. Şöyle dedi:
— Dilaçar, titiz bir bilim adamıydı. Kendisine sağlığında da söyledim. Dilaçar’a:
(Yanıbaşındaki havuzdan bir tas su verir misin?) deyin, o havuzdaki suyu verme verine, gider kırk metre derinlikte bir kuyu açar, oradan bir kova su getirir, verir...
O, kendi bildiği gibi çalışır. Asıl istediğinizi bulamazsınız” Ömer Asım Bey:
Bize bekleneni verememesi, Dilaçar hesabına bağışlayamadığım bir kusurdu: diyor.
Ömer Asım Aksoy, bir gün Dilaçar’dan bit küçük dil sözlüğü hazırlamasını ister:
— Bütün dünyadaki türkologların ve Türk bilginlerinin belli başlılarını kısa sürede, bir  iki yıl içinde, hazırla ver... der.
Dilaçar, yazmaya başlar. Ancak, o denli ayrıntıya girer ki, çalışma bir türlü bitmez.
A. Dilaçar, Ermeni kökenli olmasına karşın, ırkçı, şoven değil. Bir Türk dostu. Onu Agop diye çağıranlara, dehşetli kızar. Dedeleri Kayserili...
— Benim dedelerim Kayserili, Kayseri’de bilmem hangi camiyi, dedem yaptırmış... diye övünür.
Dilaçar’ı, bilim adamı olarak Amerika’ya çağırmışlar, gitmemiş. Türkiye’de kalıp Türk diline hizmet etmeyi yeğlemiş...
12 Eylül 1979'da, 84 yaşındayken, Cerrahpaşa Hastanesinde öldü. Ermeni mezarlığında toprağa verildi. Eşi, halen Ermeni Bakımevi’nde. Oğlu bir şirkette çalışıyor. Onun dilcilikle filan ilgisi yok. A. Dilaçar:
— Oğlum benim gibi olmadı... dermiş.
A. Dilaçar, Atatürk’e, Türk toplumuna son derece bağlı bir insan. 25 eylül 1932'de dil çalışmaları için çağrıldığı Dolmabahçe’ye gittiğinde, Atatürk’le ikinci karşılaşmasını, Cahit Külebi’ye şöyle anlatır:
— Dolmabahçe Sarayı’nın giriş salonunda bekliyordum, çok heyecanlıydım. Birden Mustafa Kemal Paşa’yı gördüm, İnönü ve arkadaşlarıyla, dilciler yanındaydı. Beni uzaktan tanıdı. Arkadaşlarına “evet, o” anlamında basıyla bir işaret yaptı. Merdivenlere koştum. Ellerine sarıldım...
Kaya Türkay’ın anlattığına göre, Dilaçar, Atatürk’ün sevgisini de kazanmıştır. Özellikle yemekli toplantılarda yaptığı şakalarla, Atatürk bunu sezdirir. Sofradaki tartışmaların yorgunluğunu, gerginliğini gidermek amacıyla yapılan bu takılmalar, genellikle içki içmeyenlere yöneliktir. Atatürk'ü dikkatle izlemek için hiç içki içmeyen Dilaçar, bu kişilerin başında gelir. Bu şakalardan birine, Hasan Reşit Tankut da tanık olmuştur. Hasan Reşit Tankut'u dinleyelim:
— Atatürk hiç içki kullanmamışlarla şakalaşır, fakat için diye zorlamazdı. İçkiye alışmış olmayanların sabaha kadar tek bir kadehle idare ettikleri çoktur. Agop Dilaçar, bir gün sofranın baş tarafına düşmüştü. Atatürk’e yakındı. Kadehler doldurulmaya başlandı. Zaten içkiyi az kullanan Dilaçar, kadehine -rakı kor gibi- su koydu. Bunun farkına varan Atatürk de eline bir bardak alarak Dilaçar’ın kadehine güya rakıyı sulandırmak için su kattı. Ve Dilaçar’a bakarak gülümsedi. Bunun üzerine şakalaşmalar başladı...
A. Dilaçar, Türk diline verdiği büyük emekten sonra, ölüp gitti. Onun kitaplığında, dil konusunda, ilk baskı yapıtlar da varmış. Bunlar değerlendirilmeli, azından Türk Dil Kurumu kitaplığına alınması sağlanmalı. Dilaçar, kitap konusunda çok titizmiş. Sağlığında, bunu hiçbir yere vermek istememiş. Şimdi nerededir kitaplık, bilmiyorum...
İnsanlar, kusurlarıyla, erdemleriyle güzeldir. Kaya Türkay’ın, yapıtını, TDK’nın öbür yapıtlarını okuyun, görürsünüz diyeceğim...
Irkçılık, şovenlik yapanları sevmem, öyle yazarların yazılarından tiksinirim. Ermeni teröristlerinin giriştikleri saldırılar; usu başında kimsenin onaylayacağı şeyler değil. Belgrad Büyükelçimiz Galip Balkar ile şoförü Necati Kaya’ya yapılan saldırı, yarattığı tiksinti, sözle anlatılır gibi değil...
Bir A. Dilaçar’ın büyüklüğüne, bir saldırganların küçüklüğüne bakın. Dedeleri yerindeki Dilaçar’ı azıcık tanısalar, yaptıklarından utanırlardı...
Vaktiyle, özellikle kapitalist ülkelerde, Ermeni terör örgütü ASALA’nın girişimlerine, cinayetlerine yeterince duyarlı olmama, cinayetlerin büyük boyutlara varmasına yol açtı. Bu kez, cinayetlerin sosyalist ülkelerde de işlenilebilirliğini göstermek için Yugoslavya seçiliyor. Bundan çıkarılacak dersler olsa gerek...